Dede Korkut [Korkut-Ata]

Büyük Türk destanının yaratıcısı Dede Korkut’un kişiliği üzerinde bilgilerimiz yetersiz kalıyor. Millî Destanımızın ana kaynağı olan Dede Korkut Kitabı’nın bugün elde, biri Dresden’de, öteki Vatikan’da olmak üzere, iki yazma nüshası vardır. Bu yazma eserlere dayanarak Dede Korkut Kitabı, memleketimizde birkaç kez basıldığı gibi, birçok yabancı memleketlerde çeşitli dillere de çevrilmiştir.

Makalenin devamını okumak için buraya tıklayın…

Yusuf Has Hâcib

Doğu Türkistan’daki Balasagun şehrinde, muhtemelen 1017 yılında doğdu. Asil bir Türk ve Müslüman aileye mensup olduğu tahmin edilmektedir. Balasagun’da tahsil ve terbiye gördü. Karahanlı hizmetine girip, “Has Hâcib” unvânını almadan önce Balasagunlu Yûsuf, olarak tanındı. Balasagunlu Yûsuf, kendini çok iyi yetiştirdi. Elli yaşlarındayken on sekiz ay içerisinde manzum olarak Kutadgu Bilig adlı meşhur eserini yazdı. Bu kitabı, Kaşgar’a gelip, 1070’te Karahanlı hükümdarı, edebiyat meraklısı Uluğ Kara Buğra Hana arz etti. Kara Buğra Han, Türklerin ahlâk hukuk ve devlet idaresi ile törelerini çok güzel olarak dile getiren eseri, Balasagunlu Yûsuf’a, sarayında okuttu. Kutadgu Bilig, Karahanlı Sarayında günlerce okunup, çok beğenildi. “Uluğ Has Hâcib” unvânı ile başvezir yardımcılığı ile taltif edilerek, en yüksek Karahanlı devlet memuriyetlerinden biri verildi. Bu vazifesiyle “Yûsuf Has Hâcib” olarak tanınıp, tarih ve edebiyat literatürüne girdi.

Yûsuf Has Hâcib, İslâmî Türk edebiyatının, eseri elimize geçen ilk yazarıdır. Devrinin bilgin bir yazarı ve Türk tefekkür tarihinin mümtaz bir düşünürüdür. Eserini, münâcât, nât, cihâr yâr-ı güzîn’i övme ile süslemiştir. Yûsuf Has Hâcib’in vefâtı muhtemelen 1077’dir.

 

Hoca Ahmet Yesevî

Ahmet Yesevi…  Türklerin manevî hayatına asırlarca hükmeden, Türk halk sufilik geleneğinin kurucusu; Arslan Baba’dan teslim aldığı emaneti, insanlara “hikmet”leri aracılığı ile damla damla özümseten; kutsal emaneti Horasan Erenleriyle dünyanın dört bucağına ulaştıran; Türk diliyle yazdığı hikmetleriyle dilimizin gelişmesi ve zenginleşmesine büyük katkısı olan,  Pîr-i Türkistan”, Büyük Veli, öncü şair…

Makalenin devamını okumak için buraya tıklayın…

 

Fârâbi

Ebu Nasır Muhammed İbn el-Farah el-Farabi, (İS. 870)’de Türkistan’da Farab yakınında küçük bir köy olan Vasic’te doğdu.  Avrupa’da ‘ Alpharabius’ olarak bilinen Farabi, bir Türk generalin oğlu idi. İlköğrenimini Farab ve Buhara’da tamamladı, fakat daha sonra, yüksek öğrenim için uzun bir süre yani 901- 942 arasında okuduğu ve çalıştığı Bağdat’a gitti. Bu süre boyunca, ilim ve teknolojinin birçok dalında olduğu gibi bir kaç dil üzerinde de ustalık kazandı.

Makalenin devamını okumak için

 

Mevlânâ Celaleddin-i Belh’li (Rumi)

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan kuzey sınırları içerisinde yer alan Güney Türkistan’ın Belh şehrinde doğmuştur.

Mevlâna’nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında “Bilginlerin Sultânı” ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled’tir. Annesi, Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun; babaannesi,Harzemşahlar hanedanından Türk prensesi, Melîke-i Cihan Emetullah Sultan’dır.[1] Babası, Sultânü’l-Ulemâ (Alimlerin Sultânı) unvanı ile tanınmış, Muhammed Bahâeddin Veled; büyükbabası, Ahmed Hatîbî oğlu Hüseyin Hatîbî’dir. Babasına Sultânü’l-Ulemâ (Alimlerin Sultânı) unvanının verilmesini kaynaklar Türk gelenekleri ile açıklamaktadır.

Makalenin devamını okumak için

 

Bilge Tonyukuk

Dünya milletlerinin içinden çıkan devlet adamları arasında hiç şüphesiz, Bilge Tunyukuk’un yeri bambaşkadır. Bir kere Türk olması hasebiyle o, bizim için fevkalade öneme haizdir. Dolayısıyla Türk tarihi ve kültüründe apayrı bir konumu olan bu dahi devlet adamını Türklerin unutması mümkün değildir.

Doğum tarihi hususunda herhangi bir kayıt bulunmayan Tunyukuk kendi kitabesinde Çin’de dünyaya geldiğini ifade eder ki, bu sözüne binaen onun Çinli olduğunu ileri sürenler var ise de, bunun pek doğruluk payı yoktur. Tunyukuk hakkında araştırma yapanlar, onun Çin başkentinde eğitim gördüğünü de belirtiyorlar. Herhalde Kök Türk Kaganlığı fetret devresine girdiği sırada ataları Çin’in kuzeyine gelip, yerleşmişler veya onlar da bir şekilde esir olarak Çin’e getirilmiştir.

Makalenin Devamı için..

Köl Tigin

Bu çalışmamızda 684/685-731 yılları arasında bir Gök Türk ileri geleni olarak yaşamışolan Köl Tigin’in askerî yaşantısı incelenmiştir. Köl Tigin birçok sefere ve meydân savaşına katılarak savaşmıştır. Kuzey Çin’de Çinlilerle; Orta Asya’da Kırgızlarla, Karluklarla,Azlarla, Dokuz Oğuzlarla ve On Oklarla çarpışmıştır. Bunların dışında ayrıca 716’da kanlıbir darbeyle yeğenini tahttan indirerek, ağabeyini yönetime getirmiştir. Kendi adına dikilenyazıtta yaptığı savaşlar ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Ağabeyi Bilge Kagan’ın saltanatı döneminde ise başkomutan ve Tölis Şadı olarak görev yapmıştır.

 

Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 204 26, Sayı 1 (2006) 203-226

ASKERÎ TÂRÎH AÇISINDAN KÖL TİGİN

H. İhsan ERKOÇ

Makalenin devamını okumak için b

 

Kapgan Kagan

Türk tarihinde dünya fatihi veyahut da Türk birliğini gerçekleştiren iki büyük hükümdardan söz edebiliriz. Bunlardan birisi Börü Tonga (Mo-tun)Yabgu, diğeri de Kapgan Kagan’dır. Siyasi literatürde “Turan” denilen, bütün Türklerin bir bayrak altında birleştirilmesi ülküsünü ilk defa bu iki Türk büyüğü başarmıştır ki, son olarak da Çingiz Han’ın fetihleri neticesinde Türkler bir araya getirilmişlerdir.  Tabiki onların çağında,  bugünkü anladığımız manada bir ideoloji güdülerek buna çalışılmamıştır. Ancak her ikisinin düşüncesinde de, kutlu Türk ırkının daha güzel şeylere layık olduğu inancı mevcuttur.

Makalenin devamını okumak için buraya tıklayın…

 

İlteriş Kagan

O ki, Türk milletinin içerisinden çıkardığı en büyük devlet adamlarından birisidir. Atalarının geçmişine ve törelerine sıkı sıkıya bağlı bu şahsiyetin 7. asırda yeniden teşkilatlandırdığı devletin izi günümüzde de devam etmektedir. Dolayısıyla İl-teriş’in Türk tarihinde ap-ayrı bir yeri vardır.

Makalenin devamını okumak için buraya tıklayın…

Türk Şad

Prof. Dr. Saadettin GÖMEÇ

Siz çevreye korku vermek için on dille konuşan Romalılar değil misiniz?” İşte bu söz 576 yılında Türk ülkesini ziyarete gelen Bizans elçisine, Hazar-Aral çevresi komutanı Türk Şad tarafından söylenmiştir. Bu kahraman Türk beyi hiçbir şeyden çekinmeden hem dost görünen, hem de düşmanca tavırlar sergileyen Doğu Roma’yı böyle itham ediyordu. Türk Şad, büyük bir ihtimalle Kök Türk Devleti’nin kurucularından İstemi’nin oğludur. Herhalde onun daha başka çocukları da vardı, ama biz ağabeyi Tardu Yabgu ile Türk Şad’ın adlarını kaynaklarda görüyoruz. Bunun yanı sıra hem Çince vesikalarda, hem Arap-Fars, hem de Bizans belgelerinde Tardu’yla alâkalı bilgiler oldukça fazla ise de, maalesef Türk Şad konusunda son derece kıttır.

Makalenin devamını okumak için buraya tıklayın…

Bilge Tonyukuk

 

Dünya milletlerinin içinden çıkan devlet adamları arasında hiç şüphesiz, Bilge Tunyukuk’un yeri bambaşkadır. Bir kere Türk olması hasebiyle o, bizim için fevkalade öneme haizdir. Dolayısıyla Türk tarihi ve kültüründe apayrı bir konumu olan bu dahi devlet adamını Türklerin unutması mümkün değildir.

Doğum tarihi hususunda herhangi bir kayıt bulunmayan Tunyukuk kendi kitabesinde Çin’de dünyaya geldiğini ifade eder ki, bu sözüne binaen onun Çinli olduğunu ileri sürenler var ise de, bunun pek doğruluk payı yoktur. Tunyukuk hakkında araştırma yapanlar, onun Çin başkentinde eğitim gördüğünü de belirtiyorlar. Herhalde Kök Türk Kaganlığı fetret devresine girdiği sırada ataları Çin’in kuzeyine gelip, yerleşmişler veya onlar da bir şekilde esir olarak Çin’e getirilmiştir.

Bunun yanı sıra bu büyük devlet adamı ölmeden önce, muhtemelen 716-725 yılları arasında Yukarı Togla vadisinde, Bayan-Çokto’da, Naşela ile ırmağın sağ kıyısı arasında (bugün Moğolların Nalayh dedikleri bölgede) kendi adına iki parça taştan meydana gelen bir yazıt diktirmiştir. Taşların çepeçevre etrafında Çinli oymacılar tarafından yapılan sekiz tane heykel vardır ki, hepsinin başı kırılmıştır.  Burada takriben 150 metre uzunlukta sıralanan balballar da mevcuttur. Bununla beraber, 2001 yılında başkanlığını yaptığımız bir ilmi çalışma heyeti,  Tunyukuk Yazıtlarının olduğu yerde jeofizik,  harita ve restorasyon faaliyetlerinde bulunmuş;  yazıtlar üzerinde koruma tedbirleri uygulamış, külliye içerisindeki heykeller buradaki müze eve taşınmıştır.

Kök Türk Kaganlığı çağında üç kagana (İl-teriş, Kapgan, Bilge) hizmet eden Tunyukuk’un hatırası bugünlere kadar gelmiştir Bu dönem hakkında araştırma yapan ilim adamlarının dikkatini çeken bir başka husus ise, şimdiye kadar Tunyukuk Yazıtında Köl Tigin’in adının geçmemesi ve Bilge’ye burada sıkça yer verilmemesidir ki, bu sebep yüzünden 716 yılındaki ihtilal sırasında, Tunyukuk’un Bilge ve Köl Tigin’e muhalif olduğu sanılmaktadır. Ama durum bizim fikrimizce hiç de öyle değildir. Bunu biz çeşitli kitaplarımızda ve yazılarımızda izah etmeye çalıştık.

Ayrıca hiçbir vakit hafızalardan silinmeyen Tunyukuk, Uygur beylerinden Temür Buka’nın, Çince Uygurların menşei ile ilgili yazıtında da saygıyla anılmaktadır. Dolayısıyla kendi aralarındaki çekişmeleri bir kenara bırakacak olursak, her şeye rağmen Tunyukuk Türk milletinin yetiştirdiği en büyük ve en zeki devlet adamlarının başında gelir. İleri görüşlülüğü ve dehâsı sayesinde, zamanında Türk milleti en görkemli günlerini geçirmiştir. İşte bu büyük kahramanın Türk milletinin tarihinin derinliklerindeki hatıralarında mutlaka yer etmiş olması gerekmektedir. Nasıl ki, meşhur Kapgan Kagan’ın oğlu Tonga Tigin, öldükten sonra unutulmayarak Tonga Alp Er ya da Alp Er Tonga olarak Kaşgarlı Mahmud’daki Afrasyab ile birleştirildiyse, Tunyukuk’un da Türk destanlarında yaşadığını zannediyoruz.

Mesela 17. yüzyılda eserini yazmış olan İmamî’nin, Han-nâme adlı kitabında (1662-1663); Oguz Han’a, Oguz Han’ın oğlu Ulug Han’a, ardından Toktamış ve Bekitmiş Hanlara vezirlik yapan bir Ulug Arslan adlı kişi vardır. Bu efsanedeki Ulug Arslan ile tarihteki Tunyukuk’un birbirlerine çok benzediklerini sanıyoruz. Her ikisi de; hem tarihî kaynakları, hem de efsaneleri karşılaştırdığımızda iyi birer asker, devlet ve millete yol gösteren akıllı birer danışmandır.  Tunyukuk’un üç hükümdara müşavirlik yapması gibi,  Ulug Arslan’ın da birkaç Türk kağanının yanında bulunması ilginç bir noktadır. Dolayısıyla o, Irkıl Koca ve Korkut Ata misali bir şahsiyettir. Hatta bu kişiler Tunyukuk’un bir iz düşümü dahi olabilirler. Onlar Türk milletinin kaderini belirleyen kişilerdir. İşte Bilge Tunyukuk’un hayatını incelediğimizde onun da böyle olduğunu görürüz.

Ömrünün büyük bir kısmı savaşlarda geçen Tunyukuk kendi yazdırdığı kitabesinde; güçlü ve cesur kağanı ile beraber düşmanlarını nasıl alt ettiklerini bizzat anlatmaktadır. Çünkü hem batıya, hem doğuya, hem de kuzeye yapılan birçok seferlerde Tunyukuk ön plandadır. Mesela devletin merkezi Oguzlardan alındıktan  sonra 693 senesinde, Çin’e  Kök  Türk  akınları  başlar.  Kapgan Kagan’ın Çin’e yapılan bu seferlere karar vermesinde Tunyukuk’un büyük payı vardır. O kitabesinde; “Türk milleti yaratılalı, Türk kağanı oturalı, Şantung şehrine, denize, ulaşan yok idi. Kağanıma söyleyip, ordu yolladım. Şantung şehrine ve denize ulaştırdım. Yirmi üç şehir ele geçti. Wu Hsien-pen Ta-tu harap olan ordugâhında ölü bırakıldı”, diyor.

Sekizinci asrın başlarında yani, 709’larda Çin, On Ok ve Kırgızların Kök Türk Devletine karşı önemli bir hazırlık içine girdiklerine şahit oluyoruz. Bunun üzerine büyük devlet adamı Tunyukuk, gündüz oturmayıp, gece uyumayıp bir savaş plânı yaptı. Böyle bir durumda çok dikkatli davranmak gerekiyordu. Akılsızca bir hareketin millete ve devlete zararı dokunabilirdi. Buna göre ilk önce Kırgızlara vurmanın doğru olacağına karar verildi. Çünkü On Oklar ile Çinliler gelmeden Kırgızların işini halletmek daha kolaydı.  Tunyukuk’un yazıtında bu olaylar şöyle anlatılmaktadır: “Çin imparatoru ve On Ok ve bunlardan başka Kırgızların güçlü    (veya Kırgız Küçlüg Kagan) kaganı dadüşman oldu. Bu üçü anlaşıp, Altun Yış üzerinde buluşarak, Kök Türklere karşı ordu sevk etmek istediler. Onlar bu işi yapmazsa, Kök Türklerin onları teker teker ortadan kaldıracağından korkuyorlardı. Çünkü kağanı ve ayguçısı bilge olan Kök Türkleri yalnız başlarına yenemeyeceklerini çok iyi biliyorlardı.

Ayrıca Oğuzları kandırmaya da çalıştılar. Kırgızlara ulaşmak için Kögmen Dağlarının aşılması gerekmekteydi.  Ancak kar yüzünden bütün yollar kapanmıştı.  Fakat Az ülkesinden doğru oraya gitmenin mümkün olduğu öğrenilmiş ve Anı Suyu boyunca ilerlenmişti. Zorlu bir uğraştan sonra Ak Termel geçildi, ancak orduya yol gösteren kılavuz şaşırdığı için cezalandırıldı. Kağanın emri üzerine askerin daha hızlı hareket etmesi için buyruk verildi. Anı Nehri boyunca gece-gündüz yol alan Kök Türk ordusu, Kırgızları ani bir baskınla uykuda yakaladı. Burada yapılan büyük savaşta Kırgızların önemli bir kısmı öldürüldüğü gibi, kağanları da yok oldu. Kök Türk kağanına Kırgızlar neticede boyun eğdi. Daha sonra Kök Türk askerleri Kögmen yolu ile Ötüken’in merkezine geri döndü”.

Bundan sonra yazıtlarda, Sogdları düzene sokmak için yapılan Temir Kapı seferi hakkında bahis vardır. 710 yılının sonuna doğru olan bu hareket Tunyukuk ve Köl Tigin kitabelerinde geçtiği halde, Bilge Kağan Anıtında yoktur. Böyle bir yürüyüşe karar verilmesinin başta gelen sebebi, bu sırada Sogdları yenen ve burada düzeni bozan Arap komutan Kuteybe yüzündendir. Çünkü Kuteybe Arap ordularının genel valisinden bölgeye akın etmesi hususunda emir almış ve bu da bir takım karışıklıklara yol açmıştı.

Orkun Yazıtlarında Kök Türklerin bu topraklara asker göndermesi hususunda; “Sogd halkını yeniden düzenlemek için Yinçü Ögüz geçilerek, Temir Kapı’ya kadar bir ordu yollandı”, denmektedir. Tunyukuk Yazıtında ise bu olaya şöyle değiniliyor: “Yinçü Ögüz geçilerek, Tinsi oglunun yattığı kutlu Ek Tag’a ve oradan Temir Kapı’ya ulaşıldı. İni İl Kagan’ın başkanlığında yapılan fetih ve Türk adaletini yayma hareketinin sonucunda Tezik, Tokar ve Suk adlı bir kişinin liderliğindeki Sogdak halkı Türk milletine boyun eğdi. O zamana kadar Türk milleti Temir Kapı’ya ve Tinsi oğlunun yattığı dağa kadar gitmemişti”. Bu Türkistan seferinde de Tunyukuk’un önemli bir rolü vardır.

Bilindiği üzere Tunyukuk Yazıtı,  Orkun’daki Bilge ve Köl Tigin anıtlarından ortalama 500 km daha doğudadır. Bunun sebebi çeşitli şekillerde izah edilmekle birlikte, bize göre; Tunyukuk yaşlandığı sıralarda devlet işlerine pek bulaştırılmamıştır. Ancak bütün hayatı, gençliğinden itibaren devlet idaresi içinde geçmiş bir kişiye bu durum ağır gelmiş olabilir.  Dolayısıyla,  ya kendiliğinden Köl Tigin ve Bilge’ye kızarak ailesiyle beraber ülkenin doğu sınırlarına gelmiş veyahut da merkezden zorla uzaklaştırılmış olabilir.

Türk milletinin geleceğinin belirlenmesinde İl-teriş Kagan ile birlikte gördüğümüz Tunyukuk daha sonra Kapgan ve Bilge devrinde de önemli kararlara imza atmıştır. Bunun en güzel örneklerinden biri olarak, huzurun sağlanmasının ardından Kök Türklerin, bir Çin ordusunu yenmeleri ve Çin’e sığınan bazı Türk ileri gelenlerinin tekrar Ötüken’e dönmelerinden güç alarak, Çin’e saldırmak isteyen Bilge Kagan’a, Tunyukuk henüz devletin tamamen kuvvetlenmediğini, Çin imparatorunun sanıldığından daha kurnaz olduğunu, askerlerin yorgun ve bir süre barışa ihtiyaç duyulduğunu söylemesi gösterilebilir. Böyle bir akın için henüz vakit erkendi. Ayrıca Bilge Kağan’ın Türk ülkesinde şehirlerin ve Budist mabetlerinin yaygınlaştırılması fikrine de karşı çıkmış; atlı asker ve konar-göçer Türklerin kentleri savunmalarının zor olacağını, sayıları Çinlilerden daha az ise de güçlü zamanlarında yağma akınları yaptıklarını, zaafa düştüklerinde dağlara ve ormanlara çekildiklerini, Budizm’in de Türk karakterini zayıflatacağını ileri sürmüş, Bilge de onun bu fikirlerini kabul etmiştir. Dolayısıyla Tunyukuk’un vermiş olduğu bu karar Türk tarihi açısından son derece önemlidir. Çünkü bu sayede devlet yıpranmamış ve kendinden sonra gelecek olanlara sağlam temelli bir yapı bırakılmıştır.

O aynı zamanda üstün bir savaş zekâsına da sahiptir. Meşhur Kırgız seferi bunu göstermektedir. Ülkenin kaderinin tayininde ömrünün son zamanlarına kadar hep etkili olmuştur. Yazıtında o şöyle diyor: “İşi-gücü çevirdim. Büyük ordular gönderdim. Kontrol noktalarını çoğalttım. Baskın yapılacak düşmanı getirirdim. Kağanıma asker yollattırırdım. Tanrının iradesiyle Türk milletine düşman getirmedim. İl-teriş Kagan ve ben kazanmasam millet yok olacaktı. O ve ben kazandığım için ülke yine devlet oldu. Halk yine millet oldu”.

Netice olarak, Türk milletinin tarihinde ve kültüründe bu derece etkili olmuş bir şahsiyetin, Kök Türkçe ve Çince yazılı kaynakların dışında da Türk milletinin hatıralarında yer etmiş olabileceğini sanıyoruz. Bu sebeple Bilge Tunyukuk’un hayatı boyunca yaptığı bu üstün hizmetler mutlaka Türk milletinin sözlü edebiyatına da girmiştir. Dolayısıyla Türk tarihinin ve kültürünün belgeleri arasında yer alan Türk destanlarını, hususiyetle Oguz-nâmeleri incelediğimiz de, buralarda adı geçen birtakım devlet büyüklerinin özelliklerinin evvelce de belirttiğimiz üzere Tunyukuk’a benzediğini söyleyebiliriz.

 

Kaynak:  Saadettin Gömeç, Bilge Tunyukuk”, Orkun, Sayı 69, İstanbul 2003

Kapgan Kagan

 

Türk tarihinde dünya fatihi veyahut da Türk birliğini gerçekleştiren iki büyük hükümdardan söz edebiliriz. Bunlardan birisi Börü Tonga (Mo-tun)Yabgu, diğeri de Kapgan Kagan’dır. Siyasi literatürde “Turan” denilen, bütün Türklerin bir bayrak altında birleştirilmesi ülküsünü ilk defa bu iki Türk büyüğü başarmıştır ki, son olarak da Çingiz Han’ın fetihleri neticesinde Türkler bir araya getirilmişlerdir.  Tabiki onların çağında,  bugünkü anladığımız manada bir ideoloji güdülerek buna çalışılmamıştır. Ancak her ikisinin düşüncesinde de, kutlu Türk ırkının daha güzel şeylere layık olduğu inancı mevcuttur. Bununla birlikte Turan kavimleri herhalde merkezde Türkler olmak üzere, onlarla dil ve ırk bağı bulunan kavimlerden ibarettir. Ancak 19. asrın sonlarıyla, 20. yüzyılın başlarından itibaren siyasi bir mahiyet de kazanan Turan’dan kasıt, sadece Türk aslından gelen, Türkçe ve akraba dilleri konuşan, kısmen de tarihi süreçteki teşekküllerinde kuvvetli bir Türk tesiri bulunan halkların birliği anlaşılmıştır. Dolayısıyla “Tanrı tarafından kutsanarak yaratılmış” bu Türk kavminin bölük-pörçük kuvvetli olması mümkün görülmediğinden Börü Tonga (Mo-tun)Yabgu’nun da, Kapgan Kagan’ın da siyasetlerinin birinci hedefi, dağınık halde yaşayan Türk boylarını bir araya getirmek olmuştur.

Kök Türk Devletini yeniden derleyip-toparlayan İl-teriş Kagan’ın 691’de ölümünden sonra, oğulları Bilge ve Köl Tigin küçük olduklarından dolayı, töre gereği yerine kardeşi Kapgan, kaganlık tahtına çıkmıştı. Tunyukuk Yazıtında onun unvanı “Türk Bögü Kagan” biçiminde zikredilmektedir. Kök Türklerin yeniden toparlanmaları sırasında, Kapgan’ın da çok önemli bir rolü vardı, o bizzat diğer iki kardeşi İl-teriş ve İl Çor Tigin’le beraber büyük uğraş vermişti. Kapgan Kagan’ın tahta oturduktan sonraki ilk işi, ölen ağabeyinin hatırasını yaşatmak için onun sağlığında mağlup ettiği beylerden birisi olan, Oguzların Baz Kagan’ının suretini balbal diktirmek oldu. Türk kültüründe vefat eden şahsın sağlığında öldürdüğü düşmanların suretleri olan kayalar, onun mezarı çevresine dikilmekteydi ki, bu eski bir Türk adeti idi ve bunlara balbal deniliyordu. Bu balbalların ölen kişiye öbür dünyada hizmette bulunacağına inanıldığı vurgulanmakla beraber, anıt mezarların önüne dikilen bu nesneler, dosta güven,  düşmana korku salmak için de yontulmuştur.  Herhalde taş balbalları ilk gören dost kuvvetler veya kişilerin pek çok beye ve hükümdara baş eğdirmiş bir kaganın ya da halkın topraklarına geldiği için güven ve sevinç hissedecekleri; o ülke ve milletin hakkında kötü düşünen şahısların da, kendi başlarına aynı akibetin geleceğinden dolayı korkacakları sanılmıştır.

Ülkesini iktisadi bakımdan güçlendirmek için bazı ihtiyaçlarını Çin’den karşılamak yanında, Kapgan’ın çok büyük siyasî plânları vardı. Bunlardan biri, Kök Türk kaganlığının fetret devresinde kuzey Çin’in Altı Eyalet bölgesine yerleştirilmiş Türkleri ana vatana çekmek suretiyle Ötüken’in insan gücünü artırmak; diğeri de Türk topluluklarının dağınık halde yaşadıkları ülkeleri, yani Maveraünnehir içlerine kadar bütün Türkistan’ı kaganlığa bağlamaktı. Bu siyasi görüşü onun Türk tarihindeki önemini fevkalâde yükseltmektedir.

Kök Türk tarihinden bildiğimiz üzere 693 senesinde, Çin’e Türk akınları başladı. Kapgan Kagan’ın bu seferlere karar vermesinde Tunyukuk’un büyük payı vardır. Ancak bu sırada Kıtan gibi halklar da, Türkler gibi bağımsız olmayı düşünüyorlardı. Hatta bunu da başaracak bir hale geldiler. Bu durumu fırsat bilen Kapgan, Çin tahtında bulunan imparatoriçe Wu’ya yardım teklifi götürdü. İmparatoriçenin bunu kabul etmesi üzerine 696 senesinde Kıtanlara ağır bir darbe indirdi. Kıtan beyi öldürüldü ve onlar Türk kaganlığının vassalı durumuna geldiler. Bu yardıma karşılık Çin’den üçbin adet tarım aleti, sekizbin kilo tohumluk darı, demir ve Çin arazisinde bulunan Türklerin iadesiyle, Ordos bölgesinin yönetimini istedi.

Bu sırada imparatoriçe Wu oğlunu tahttan uzaklaştırmıştı ve yeğenini hükümdarlığa getirmeyi planlıyordu. Üstüne üstlük Türk hakanının taleplerini de reddetmişti. İmparatoriçenin kendinin Buda’nın kızı olduğunu söylemesi ve baskıların artması, yakın akrabalarının da muhalefetine sebep oldu. Yeğeniyle beraber bir elçilik heyetini 698 tarihinde Kapgan’ın nezdine dünürlük amacıyla, birçok hediyelerle gönderdi. Türk kaganı bu teklifi geri çevirdiği gibi, elçilere de yüz vermedi. Çünkü kagan, imparatorun neslinden kimlerin geldiğini biliyordu. Söz konusu prens birinci dereceden akraba değildi. Arkasından 100 bin Türk atlısı Çin’e doğru yürüyüşe geçti. Gerçekten de uzun bir süredir Türkler, Çin imparatorluğunun sınırları içinde böylesine geniş bir faaliyete girişmemişlerdi. İmparatoriçe yedeklerle beraber sayısı 500.000’e yakın bir ordu hazırlattı. Hatta Kapgan’ı öldürene prens unvanı verme vaadinde bulundu. Ama onu yakalamak nafileydi. Kapgan Kagan, Çinlilerin yıllar önce Türklere yaptıkları zulmün intikamını bir bir alıyordu. Dolayısıyla Türkler kendilerini toparlar toparlamaz kimin güçlü olduğunu Çin devletine gösterdiler.  Çin askeri Türklerin karşısına çıkma cesaretini bile gösteremiyordu. Cüret edenler de perişan oluyordu. Binlerce esir alındı. Türklerin Çin’e yaptığı seferlerden ve kaganın bu kararlı tutumundan çekinen Wu, Kapgan’ın daha önceki isteklerine razı oldu.

699 senesinde, Çin’in ortalarına hatta Okyanus’a kadar Kapgan’ın emir verdiği Kök Türk orduları yürüdüler. Kaganın Çin’de sağladığı başarılar üzerine birçok boy ve kavim Kök Türklerin tabiyetine girdi. Tabi ki bu seferler amaçsız saldırılar değildi. Her şeyden önce bunların yapılmasındaki gaye, Türk ülkesinin tahıl ve tohum ihtiyacını karşılamakla beraber,  ziraat araçlarının temini hedefleniyordu. Elbette eski Türk devletinde halkın karnının doyurulabilmesi savaş gelirleri ve hayvancılıkla sınırlanmamaktaydı.   Yerine göre savaşılamayacak ve harp ganimetleri alınamayacak zamanlar görülebileceği gibi, hayvanların da daha önceki devirlerde rastladığımız üzere toptan telef olması gibi durumlar ortaya çıkabilirdi. Toplum refahının ve hayatiyetinin sürdürülebilmesi amacıyla bunlara ilave bir seçenek olarak, tarım ekonomisi de geçerli bir yoldu. Dolayısıyla halkın sıkıntıya girmemesi için, eski Türk beyleri her türlü kazançtan istifade ediyorlardı.

Aynı yıl,  yani 699’da batıdaki On Ok kabilelerinden Türgişler ayaklanmışlardı. Türgiş beyi Üç İlli (U-che-le), Issık Köl ve İli Nehri etrafını kendisine üs seçti.  Çin’den de destek bulmak amacıyla oğlunu Çin imparatoriçesinin yanına yolladı. Ama bu isyan onlara pahalıya patladı. Çünkü Kapgan gibi büyük bir kagan ile boy ölçüşmeye kalkıştılar ve Türgiş beyi Üç İlli (U-che-le) yakalanıp, tesirsiz hale getirildi. Ancak yüksek bir dünya görüşüne sahip olan Kök Türkler,   buraların kargaşa içerisinde kalmasını istemediklerinden yeniden düzene soktular.

Arkasından Bars Beg adlı birinin kuzeydeki Kırgızlara kagan atandığı anlaşılıyor. Kırgızlar o döneme göre iyi silahlanmış bir askeri güce sahiptiler. Tam teçhizatlı atlı birlikleri vardı. Belki de onlarla sonucu Türk milletinin zararına olan bir savaşa girmenin faydasızlığını düşündüklerinden Bars Beg, Bilge’nin kız kardeşi ile evlendirilerek bir akrabalık tesis edildi. Hatta bu sırada belgelere baktığımızda,  muhtemelen Kırgızların akrabası Azlarla bir muharebenin de olduğunu sanıyoruz. Fakat daha sonra, Bars Beg’in de Kök Türk Kaganlığına karşı ayaklandığı ve öldürüldüğü görülmektedir.

700 tarihine geldiğimizde Tangut topraklarına, 701’de Çin denetimindeki Soğd kolonilerine akınlar düzenlettiren Kapgan Kagan 50.000 kişilik Çin ordusunu yendiği gibi, binlerce de tutsak ele geçirdi. İster Türk olsun, ister olmasın kimse, Türk devletinin menfaatlerine aykırı hareket etme serbestliğinde görülmüyordu.  Eski birlik üyesi Basmılların 703 senesinde,  bir devletin hayatında son derece mühim olan ticari faaliyetleri askıya almaları, Kapgan’ın tepkisine neden olmuş ve bu yüzden üzerlerine bir ordu yollanmıştı.

Arkasından hem Çin belgelerinde, hem de Kök Türkçe kaynaklarda geçmiş olan 705 tarihindeki Ming-sha şehrine yapılan akın sonunda Çinlilerin büyük bir bozguna uğratıldığının haberini alıyoruz. Tabiki muharebeden önce kagan sahip olduğu istihbaratla, Çinlilerin hertürlü hareketini ve özelliklerini öğrenmişti. Ming-sha savaşında 80.000 kişilik Çin ordusu yenilmiş, 6000’den fazla Çin askeri ölmüş ve Çaça Sengün bu mağlubiyet üzerine görevden uzaklaştırılmıştır. Köl Tigin Kitabesinde daha teferruatlı anlatılan bu harpte, Bilge Kağan’ın kardeşinin başarısının ne kadar büyük olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Savaş meydanından ilk kaçanın Çinli general olduğu söylenmekle beraber, ganimet olarak 10.000’den fazla at ele geçirilmişti.705’ten 711’e kadar Kök Türklerin diğer akraba kavimlerle mücadelelerine şahitiz. Mesela Bayırkulara, Kırgızlara, Çiklere ve On Ok boylarına seferler düzenlendi.

Kapgan Kagan 711-712 yıllarında Arap ordularının Batı Türkistan’da birtakım karışıklıklara sebebiyet vermelerinden dolayı, oğulları ve Tunyukuk’un başkanlığındaki bir orduyu Temir Kapı bölgesine yolladı. Bu arada Türgiş kabileleri de ayaklandığından, yeğeni Köl Tigin de onlara büyük bir darbe indirdi. Bu tarihlerde dünyanın tek hakim gücü durumuna gelmeye çalışan Kapgan,  Doğu Türkistan’daki Çin nüfuzunu kırmak amacıyla Beş Balık bölgesine yöneldi.

Çin kaynaklarından da anlaşılacağı üzere 713 yılında Beş Balık’a gönderilen ordu, 714’te İni İl Kagan, Tonga Tigin ve Kapgan’ın eniştesi İlteber Sir Beg (Huo-pa Hie-li-fa Schi-a-Schi-pi) kumandasında Beş Balık’ı kuşatmıştı. Beş Balık seferi sonunda Kök Türk ordusunda büyük bir felaket yaşanıyor ve askerler de yasa boğuluyordu. Çünkü Beş Balık’ın kuzeyindeki Po-t’ing adlı şehrin muhasarası sırasında bir gün Tonga Tigin, tek başına ata binerek şehrin surlarının dibine kadar sokulmuştu. Etrafta saklanan ve pusu kuran Çin askerleri onu yakalayıp, öldürmüşlerdi. Tonga Tigin’in vefatından habersiz olan Kök Türkler, kurtarmak için çok uğraşmışlar, fakat öldüğünü anladıkları zaman her şeyden vazgeçerek, üzüntü içinde kalmışlardır. Hatta bu sefere katılan eniştelerinin Tonga Tigin’i kaybettiği için memleketine dönme cesaretini bulamadığı ve karısı ile birlikte Çin’e sığındığını öğreniyoruz. Beş Balık bölgesi Türkistan’ın kilit noktalarından ve İpek Yolu üzerinde bulunması yüzünden, son derece önemli bir mevki ve pekçok halk açısından tahıl ambara konumundaydı. Buraya sahip olmak amacıyla çağlar boyunca çevre halklarının mücadelesine şahitiz. Bunun yanı sıra Köl Tigin ve Bilge yazıtlarında İni İl Kagan’ın ismi geçmediği halde, bu esnada ölen Tonga Tigin’in mateminden bahis vardır. Beş Balık savaşları sırasında adı zikredilen Tonga Tigin, kişilik olarak Köl Tigin’e benzemektedir. Kök Türkler arasında çok sevilen Tonga Tigin de bütün ömrünü milleti için harcamış bir şahsiyet idi.  Dolayısıyla ölümünden sonra ismi unutulmadı. Belki de Kaşgarlı Mahmud çağında yeniden dirildi.

715 yılı ise Kök Türk ülkesinde isyanlar ve karışıklıkların fazlalaştığı bir zamana rastlar. Herhalde ilk büyük ayaklanmayı Apa İsiler başlatmıştı. Binlerce kişi güneye doğru indiler. On Ok beylerinin bazıları da Çin ile ittifaklar kurma hazırlığındaydı. Bu esnada Kapgan Kagan ihtiyarlamış yaşına rağmen tutarsız hareketlerde bulunuyordu. Hatta 714 yılında, imparator Hsüan-tsung’a elçi göndererek, bir Çinli prensesle daha evlenmek istemiş, kendine bağlı boylara karşı olan tutumu da farklılaşmıştı. Onlar da yavaş yavaş saf değiştirmeye başladılar.  Mesela birçok defa bozguna uğratılan Oguzlar,  bu yenilgileri hazmedemediklerinden, Çin sınırlarından içeri girdiler ve bir kısmı da onlara tabi oldu.

Kapgan Kagan ömrünün son seferini (716) Togla kıyısındaki Bayırkulara yapmış ve onları bozguna uğratmıştı. Fakat zafer sarhoşluğu içinde bulunan Kapgan, Ötüken’in merkezine dönerken gerekli emniyet tedbirlerini almadı. Bir söğüt ormanından geçerken Bayırku askerleri önüne çıkarak Kapgan’ı öldürdüler. Bu sırada büyük ihtimalle, Bayırku yurdunda bulunan bir Çin elçisine Kapgan’ın başını keserek,  verdiler.  Çin’e gönderilen Kapgan’ın kellesinin imparator Hsüan-tsung tarafından Çin başkenti Chang-an’ın ana caddesinde bir direğe asılarak halka gösterildiği söylenmektedir.  Çinliler böylece yıllarca kendilerine dünyayı dar eden bir büyük Türk’ten kurtulmuş olmanın sevincini bu şekilde yaşadılar. Bunun üzerine bazı Türk kabilelerinin ileri gelenleri Çin’e gelerek dostluklarını ve bağlılıklarını gösterme gafletinde bulundular.

Fakat Kapgan’ın öldürülmesi hadisesi insanı oldukça düşündürmektedir. Nasıl bir kagan, zaferden dönerken birilerinin tuzağına düşüp ve başı kesilerek Çin’e götürülür?  Yanında hiç kimse yok muydu?  Ordu nerede idi?  Bu anlaşılması güç bir durumdur ve birçok karanlık noktayı ihtiva etmektedir. Mutlaka devletin içinde iyi gitmeyen bir şeyler vardı. Çünkü daha sonra yaşanan olaylar bunu ispatlıyor.

Bilge ve Köl Tigin yazıtlarının bir yerinde;       “amcalarının ölümünden toplumun da sorumlu olduğu söylenmektedir. Çünkü herne olursa-olsun halk onun kıymetini bilmemiş,  nankörce davranmıştır”.  Bununla birlikte bazı yazarlar, biraz hayal mahsulü olarak, Kapgan Kagan’ın yeğenlerine hiç iyi davranmadığını söyleseler de, bu doğru değildir. Çünkü Kapgan’ın yeğenlerine ait kitabelerde, amcalarına doğrudan serzenişleri olmadığı gibi, amcalarını sevdiklerine dair işaretler de görmemiz mümkündür. Her şeye rağmen Kapgan’ın elinde birçok imkan olmasına rağmen,  kardeşinin çocuklarını ortadan kaldırmadı. İleride kendi evlatları ile yeğenleri arasında bir taht mücadelesi olacağını herhalde o da tahmin ediyordu,  ama buna rağmen ağabeyinin emanetlerine hainlik yapmadı.

Kapgan Kagan zamanını incelediğimiz de, Türk devletinin Asya’nın en güçlü ülkesi olduğunu görüyoruz.  Dört-bir yandaki bütün Türk boyları kendiliklerinden veya silah zoruyla Kök Türk birliğine katıldılar; ancak bunun yanı sıra Kapgan’ın son zamanlarında, konfederasyondan ayrılanlar ve isyan edenlerin sayısı da epey çok idi.

Bildiğimiz gibi, Kapgan Kagan ölmeden önce küçük oğlu Bögü’yü (Fu-chü) “İni İl Kagan” atamıştı. Fakat geleneğe göre, İl-teriş’in oğullarından birisinin başa geçmesi gerekiyordu. Bu sebeple Köl Tigin ve Bilge, İni İl Kagan’ın hâkimiyetini tanımayarak, ona karşı çıktılar. Bu mücadele sırasında, cesur Köl Tigin’in bütün her şeyini ortaya koyarak, İni İl Kagan ile birlikte Kapgan’ın bütün çocuklarını ve adamlarını ortadan kaldırması kaganlığın kaderini değiştirmişti.  Neticede o,  Çin kaynaklarında adı “Mo-chih-lien”şeklinde transkripsiyon edilen ve Kök Türk Yazıtlarında ise Bilge olarak geçen ağabeyini kaganlık tahtına oturttu.

 

Orkun, Sayı 70, İstanbul 2003

TÜRK BÜYÜKLERİ XVII / KAPGAN KAGAN

Prof.Dr.  Saadettin GÖMEÇ

İlteriş Kagan

O ki, Türk milletinin içerisinden çıkardığı en büyük devlet adamlarından birisidir. Atalarının geçmişine ve törelerine sıkı sıkıya bağlı bu şahsiyetin 7. asırda yeniden teşkilatlandırdığı devletin izi günümüzde de devam etmektedir. Dolayısıyla İl-teriş’in Türk tarihinde ap-ayrı bir yeri vardır.

İl-teriş Kagan tahta oturmadan önce, bilindiği üzere 630 senesinde Kök Türk Kaganlığı, Çin karşısında başarısızlığa uğramış, bu tarihten sonra yaklaşık elli yıl kadar Türk devletinin huzuru ve düzeni kalmamıştı. İşte bu fetret devresinden Türkleri kurtaran iki ailenin olduğunu, bunlardan birinin Börülü, diğerinin de Arslanlar adını taşıdığını sanıyoruz.

Kutlug’un zamanına gelene kadar Asya’da Çin’e karşı birtakım başarısız baş-kaldırı hareketlerinin olduğunu biliyoruz. Buna binaen Türk tarihinin ve kültürünün en kıymetli hazinelerinden olan Orkun Yazıtlarından öğrendiğimize göre, İl-teriş, Kapgan ve Tunyukuk istiklâl hareketine girişmeden önce Çin’in kuzeyindeki,  Çogay  Kuzı  ve  Kara  Kum  diye  adlandırılan  bir  bölgede yaşıyorlardı. Bu istiklâl hareketinin kitabelerde ilahî bir vasfa büründürülmesi ise  şöyle  anlatılır:  Bunca  işi-gücü  çekip-çevirdiğini  düşünmeyip, (Çin imparatoru) Türk milletini yok edeyim, dediğinden; yukarıda Türk Tanrısı, Türk’ün kutlu ülkesini bu şekilde düzenlemiş. Türk milleti yok olmasın diye İl-teriş Kagan ve İl Bilge Katun’u halk içerisinden çekip yükseltmiş ve onları  başarılı  kılmıştır.  Yani,  Türk  milletinin  ölüp-gitmesini  Tanrı istemediğinden dolayı, Türk milleti yok olmaktan kurtulmuştur.

Kutlug  ve  Tunyukuk’un  yanında  muhtemelen  Kutlug  ve  Kapgan’ın kardeşleri İl Çor Tigin de vardı. Ancak onun hakkında ne Türkçe, ne de Çince vesikalarda fazla bir bilgi bulamıyoruz. Bu hareket bize tıpkı Bumın ile İstemi’nin Kök Türk Kaganlığını kurdukları zamanı hatırlatmaktadır. Bunun yanısıra  Çince  belgeleri  incelediğimizde  bize  göre,  Çinliler  bu  hususta Kapgan’ın rolünü atlamışlardır.

Çin yıllıklarında adı “A-shih-na Ku-tu-lu” (Kutlug Börü) şeklinde yazılan Kutlug Şad, Türk kagan sülalesine, dolayısıyla Börülülere mensuptur. İllig Kagan’ın akrabası olan İl-teriş, ilk başlarda bir boy beyiydi ve “tudun” unvanını da taşıyordu. Kitabelerde; İl-teriş’in onyedi erle dışarı çıktığı, yani ihtilali başlattığı, bunu duyan halkın şehirlerden ve dağlardan onun yanına geldiği, Tanrı güç verdiği için ordusunun kurt gibi, düşmanlarının koyun gibioldukları;  doğuya  ve  batıya  ordu  gönderip,  taraftarlarını  topladığı, kalabalıklaştıktan sonra, ilsizleşmiş ve kagansızlaşmış, cariye ve kul olmuş, Türk töresini kaybetmiş halkı atalarının yasası gereğince yeniden ayağa kaldırdığı, anlatılıyor. Görülüyor ki, başlangıçta çok az bir mevcut ile başlayan Kutlug Şad’ın maiyeti gün geçtikçe daha da fazlalaşmıştır. Hatta Bug Börü (Aşina Fu-nien) öldüğünde dört bir tarafa dağılan ve çevrede kendi hallerinde yaşayan  Türk  boyları,  onun  bu  mücadelesini  duyar  duymaz  etrafında toplanmışlar  ve  onu  kendilerine  kagan  seçmişlerdir.

Kaynaklardan  da anlaşılacağı üzere Kutlug, halkın katılımı suretiyle tahtına oturmuştur. Yani onu halk bizzat tercih etmiştir ve bu süreçte Tunyukuk’un da payı büyüktür. Tunyukuk bu hadiseyi şöyle dile getiriyor: Ormanda, taşta kalmış olanları toplanarak yedi yüz oldu. Bunların (üçte) iki kısmı atlı, bir bölümü yayaydı. “Katıl” dedi. Katılanı ben idim. “Kendi kendime onu kagan mı yapayım” deyip, düşündüm: “İnsan zayıf ve semiz boğaları uzakta görse, hangisinin zayıf, hangisinin kuvvetli olduğunu ayırt edemez”. Bunu hatırlayıp Tanrı bilgi verdiği için onu bizzat ben kagan yaptım.

 

Bu cümlelerden Tunyukuk’un kendisini biraz ön plana çıkardığı görülür. Hakikatte Arslanlar (A-shih-te) ailesi, yani Tunyukuk’un soyu onun yanında olmasaydı, İl-teriş’in başarısına gölge düşebilirdi. Fakat bir başka şey ise, bu kezde İl-teriş olmaz, başka bir Börülü beyi liderliği üstlenirdi. Tunyukuk Yazıtında anlatılan istiklâl hareketine 17, 70 ve 700 şeklinde bir katılım söz konusudur. Elbetteki bu sayılar izafîdir, gerçeği yansıtmıyor. Nasıl kalabalıklaştıkları 7 ve 7’nin katları Türklerce kutlu sayıldığından bu şekilde bir cümle kullanıldığını sanıyoruz.

Kutlug ve baş komutan Tunyukuk 681 yılından itibaren Çin eyaletlerine baskın  yaptılar.  Türk  atlıları  yıldırım  hızıyla  Ordos’tan  başlayarak,  Çin sınırlarına saldırdılar. Çin birlikleri darma-dağınık edildi. Birçok esir,otuzbin civarında deve, at, sığır ve koyun ganimet olarak ele geçirildi. Buna bağlı olarak 682-687 seneleri arasında, Kutlug ve Tunyukuk’un Çin’e onbir akını vardır. Çin yıllıkları, yabancı kavimlerle girişilen ve yitirilen savaşları pek teferruatlı anlatmamakla beraber, Kutlug ve Tunyukuk’un yapmış oldukları bu seferlere kayıt düşüyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, Kutlug Çin’e gerçekleştirilen bu başarılı hücumlardan ve kendisine katılan boyları düzenledikten sonra, kardeşlerinden Kapgan’ı şad, To-si-fu’yu da (İl Çor) yabgu atadı ki, kitabelerde: Tölös, Tarduş bodunıg anta itmiş. Yabgug, şadıg anta birmiş, cümlesiyle karşılaşıyoruz..

Bu idarî düzenlemeler olurken Çin, Kıtan ve Oguzlarla olan mücadeleler de sürüyordu. Her zamanki gibi, çevresinde güçlü bir Türk devletinin olmasını çekemeyen Çin; Kıtan ve Oguzlarla, Kök Türklere karşı bir ittifak meydana  getirip, tedbirler aldı. Onların arasına birkaç Türk boyu da karıştı. Bu sırada Tokuz Oguzların başına da son derece güçlü bir kişi olan Baz Kagan geçmişti (686); İl-teriş bunu habercileri vasıtasıyla öğrendi. Bu bilgiden Kök Türklerin önemli bir haber şebekesine sahip olduklarını da çıkarıyoruz. Yeri gelmişken bahsetmekte fayda vardır ki, eski Türk ilinde geniş bir haberleşme ağı da mevcuttu. Ülkenin çeşitli köşelerinde ve özellikle de hudut boylarında Kök Türkler  çağında “kargu”  denilen  ateş  kuleleri  vasıtasıyla,  düşmanın hareketlerinin önceden haber verilmesi söz konusu olduğu gibi, buralarda bulunan vazifeliler aracılığıyla bir yerden, başka bir bölgeye de bilgiler çok kısa bir sürede ulaştırılıyordu. Sonraki Türk ve Mogol idareleri döneminde daha da geliştirilen bu sistemde, adı geçen menzil noktalarında görevli memurlar, ulaşım vasıtası olarak atlar ve kuşlar ile duruma göre duman ve ışıktan da yararlanarak haberleri gerekli yerlere iletmekteydiler. Bu işlerle vazifeli kişilere dönemine göre “körüg, yamçı, ulak, tatar” vs. gibi adlar verilmiştir.

Bu hâl bir yana Baz Kagan da boş durmadı. Oguz beyi; Çinlilere Kunı Sengün adlı elçisini, Kıtanlara doğru Tongra Esemi göndererek, şöyle demiştir: “Azıcık Türk milleti yürüyor, kaganı yiğit, aygucısı   bilgedir. O ikisi var olduğu müddetçe Çin’i ve Oguz’u da öldürecektir. Çin güneyden, Kıtan doğudan, ben kuzeyden saldırayım. Türk Sir Bodun ülkesinde hiç (kalkınmasın).  Mümkünse  onu  yok  edelim”  diyordu.  Bunun  üzerine Kutlug’un  danışmanı (ayguçısı)  olan  Tunyukuk  gece  uyumadan,  gündüzoturmadan plânlar yapıp, onları nasıl yeneceğini düşündü. Tunyukuk kitabesinde bu  durumu  şöyle  açıklıyor:  Bu  sözü  işitip,  gece  uyuyacağım,  gündüz oturacağım gelmedi. Bundan dolayı kaganıma; “Çin, Oguz ve Kıtan bu üçü birleşirse kalakalacağız. Kendi içi, dışarıdan çevrilmiş gibiyiz. Yufka olanın delinmesi, incenin kırılması kolay; yufka kalın, ince yoğun (kalın) olursa kırmak zordur. Doğuda Kıtan’dan, güneyde Çin’den, batıda Kotanlılardan, kuzeyde  Oguz’dan  iki-üç  bin  askerimiz  gelecek  mi”,  diye  arz  ettim. Kaganım, ben Tunyukuk’un sözlerine  kulak verdi. Gönlümce orduyu yönetmemi söyledi.

 

 

Yukarıdaki  cümlelerden,  Oguz  ve  Kıtanların  içerisinde  Kök  Türk hanedanlığının  yandaşları  olduğu  anlaşılmaktadır.  Bilindiği  gibi, 1071  ve1176’daki Malazgirt ile Myriokephalon savaşlarında da, Bizans ordusu içinde bulunan Peçenek ve Kuman Türklerinin saf değiştirip, Selçuklu Türkleri tarafına geçmeleri, Alp Arslan’ın ve Kılıç Arslan’ın zaferinde önemli rol oynamıştır. Esasında bu durumu dikkatlice incelediğimizde, göz yaşartan bir hadisedir. Belki  de  tarihlerinin  seyri  birbirlerinden  ayrı  gelişen,  hatta  unuttukları zamanlarda birbirleriyle kıyasıya mücadele eden birtakım Türk boylarının savaş meydanında rakip olarak karşılaştıklarında kardeşliklerini hatırlamaları çok ilginçtir.

İşte bu hadiseden sonra Kutlug ve Tunyukuk Ötüken’in merkezine doğru yola çıktılar. Kök Türk ordusu derhal Orkun Vadisine yöneldi. Çinliler vKıtanlar sürekli yaptıkları gibi müttefiklerini yalnız bıraktılar. Togla Nehri kıyısında meydana gelen bu savaştan önce; Kök Öng geçildi ve askerler Ötüken  Yış’a  doğru  sevkedildi.  Sığır  ve  yük  hayvanlarıyla  yürüyen Oguzların üç bin askeri, iki bin kişilik Kök Türk ordusuyla karşılaştı. Türk inancına göre Tanrı izin verdiği için Oguzlar mahvoldular, deniyor. Togla kenarında gerçekleşen bu harpte Baz Kagan da öldürüldü (687).

Bundan  sonra  Kutlug’a,  toplanan  bir  kurultayda “ülkeyi,  derleyip,toplayan”, manasına İl-teriş unvanı verildi. Oguzların teslim olmasından sonra Ötüken Yış, Kök Türk Börülü (Aşina) ailesinin eline yeniden geçti. Böylece, etraftaki bütün boylar, Oguzlar başta olmak üzere doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden gelerek Kök Türklere saygılarını ve bağlılıklarını bildirdiler.

Ötüken’in merkezine sahip olduktan ve ülkede düzen sağlandıktan sonra, İl-teriş Kagan herhalde hastalanarak öldü. İl-teriş’in vefatına dair Tunyukuk Yazıtında bir ibare yoktur, fakat Köl Tigin ve Bilge Kagan kitabelerinde onun  yaptığı işler ve ölümü hakkında şöyle deniyor: Babam kagan 47 defa ordu sevketmiş. Yirmi savaş yapmış. Tanrı izin verdiği için illiyi ilsizleştirmiş, kaganlıyı kagansızlaştırmış, düşmanı tabi kılmış, dizliye diz çöktürmüş, başlıya baş eğdirmiş. Babam kagan bunca ili, töreyi kazanıp ölmüş (cennete gitmiş).

 

Göktürk Devleti siyasi sınırları

Halihazırda  bizim  elimizde  İl-teriş’in  adına  dikildiğini  kesinlikle bildiğimiz bir yazıt yoktur. Fakat şu bir gerçektir ki, Rusya’da henüz ilim alemine tanıtılmamış yüzlerce kitabe mevcuttur. Belki bunlardan biri İl-teriş’in şahsına ait olabilir.

Burada bir hususa daha değinmekte fayda vardır. Zaman zaman birtakım kişiler tarihi kaynaklarda hiçbir izi olmadığı halde, kendiliklerinden bir Kutlug Devleti veya II. Kök Türk Kaganlığı diye birşeyler uyduruyorlar. Halbuki Kök Türk dönemini ne I. Kök Türk, ne II. Kök Türk Kaganlığı diye bölmek, ne de Doğu Kök Türkler, Batı Kök Türkler şeklinde ayırmak doğru değildir.

İl-teriş Kagan’ın ölümünden sonra, oğulları Bilge ve Köl Tigin küçük olduklarından dolayı, töre gereği yerine kardeşi Kapgan, kaganlık tahtına çıkmıştır. Bizlere şanlı bir tarih, gururla söyleyebileceğimiz bir Türk adı bıraktıkları için İl-teriş Kagan ve bütün atalarımızı saygı ile anıyoruz.

 

Saadettin GÖMEÇ

İl-teriş Kagan”, Orkun, Sayı 67, İstanbul 2003

Türk Şad

Prof. Dr. Saadettin GÖMEÇ

 

Siz çevreye korku vermek için on dille konuşan Romalılar değil misiniz?” İşte bu söz 576 yılında Türk ülkesini ziyarete gelen Bizans elçisine, Hazar-Aral çevresi komutanı Türk Şad tarafından söylenmiştir. Bu kahraman Türk beyi hiçbir şeyden çekinmeden hem dost görünen, hem de düşmanca tavırlar sergileyen Doğu Roma’yı böyle itham ediyordu. Türk Şad, büyük bir ihtimalle Kök Türk Devleti’nin kurucularından İstemi’nin oğludur. Herhalde onun daha başka çocukları da vardı, ama biz ağabeyi Tardu Yabgu ile Türk Şad’ın adlarını kaynaklarda görüyoruz. Bunun yanı sıra hem Çince vesikalarda, hem Arap-Fars, hem de Bizans belgelerinde Tardu’yla alâkalı bilgiler oldukça fazla ise de, maalesef Türk Şad konusunda son derece kıttır.

Börü Kan (Mo-kan) Kagan zamanında bilindiği üzere, Kök Türk Kaganlığı dışa açılma ve dünya siyasetine yön verme bakımından oldukça faal idi. O, Devletin doğu kanadında hem Çin’i kontrol ediyor, hem de amcası İstemi vasıtasıyla batıdaki olayları yönlendiriyordu. 6. yüzyılın bu sıralardaki en mühim hadiseleri Ak Hunların ortadan kaldırılması dolayısıyla, Türk-İran ve Türk-Bizans ilişkileridir. İlk önce Doğu-Batı arasındaki “İpek Yolu”nu kontrol etme meselesi yüzünden İran ile Kök Türkler anlaşarak, yine orta çağların önemli bir Türk devleti olan Ak Hunlar (Avarlar) tarihe karışmış; ancak Ak Hunların sahip olduğu toprakların paylaşımı hususunda Sasaniler uzlaşmak istemeyince de, Kök Türk Kaganlığı ustaca bir diplomatik atak yaparak, Sasanilerin batısındaki Doğu Roma ile anlaşıp, bu devleti kıskaç arasına almayı düşünmüştü. Bu maksatla 6. asrın ikinci yarısında Türklerden Bizans’a, Bizans’tan da Kök Türk Kaganlığına karşılıklı heyetler gelip-gitti. Bu sırada Türk Şad babasının emrinde, Hazar-Aral sahasında bulunan Batı Tölös-Ogurları idare ettiğini sanıyoruz. Yani Hazar ve Bulgar Türklerinin atalarına başkanlık yapıyordu. Bizans imparatorluğu Kök Türk ülkesine evvela 568 tarihinde Zemerkhos adlı bir görevlinin idaresinde elçiler yollamış; bu gelenler İstemi Yabgu tarafından ordugâhında kabul edilerek, Sasanilere karşı bir ittifak meydana getirilmişti. Türk tarihi ve kültürü için çok önemli olan, Bizans elçilik heyetinin notları daha sonra yayınlanmıştır. Bu notlarda Türk sosyal hayatı çok renkli bir şekilde anlatılmaktadır. Yukarıdaki siyasî faaliyetler neticesinde, 571 yılında Sasani-Bizans çatışması başladı. Bu savaşlar aşağı-yukarı yirmi yıl kadar devam etti. Böylece İran da, Kök Türk Kaganlığını küçümsemenin cezasını çekmiş oldu.

Türk tarihi ve kültürü için çok önemli olan, Bizans elçilik heyetinin hatıraları daha sonra yayınlanmıştır. Bu notlarda Türk sosyal hayatı çok renkli bir şekilde dile getiriliyor. Özellikle İstemi Yabgu ve onun ikametgâhına ait bilgiler oldukça kıymetlidir.

Doğu Roma, Türklerden gelen başka bir heyete mukabil de 576 senesinde ikinci bir sefir grubunu Valentinos’un başkanlığında Kök Türk ülkesine gönderdi. Kök Türklerden kaçan Avarlar, Bizans imparatorluğu sınırlarında bulunuyorlar ve onlarla müzakereler yapıyorlardı. Bizans elçisi Valentinos 576’da, Aral Gölü bölgesinde Türk Şad tarafından karşılandı. Türk Şad, Bizans’ı Kök Türklerin düşmanı olan Avarları himaye etmekle ve kılıçlanarak değil, atların ayakları altında karınca gibi ezilerek öldürülmeyi hak eden bu kavme barınacak yer vermekle suçluyordu. O sözlerine şöyle devam ediyordu: “Siz etrafa korku vermek için on dille konuşan Romalılar değil misiniz? Benim şu parmaklarımı ağzıma sokup-çıkarmam gibi (on parmağını ağzına sokarak). Romalılar siz, bizi aldatmak için aynı kolaylıkla on türlü dille konuşursunuz. Hilelerinizle bütün milletleri aldatmak istiyorsunuz. Onları uçurumun kenarına sürükleyip, orada bırakıyorsunuz! Ellerindeki mallarını alıyorsunuz. Onların yıkıntısından siz faydalanıyorsunuz. Sizin ve gönderdiğiniz adamların bizim gözlerimizi korkutmaktan başka bir düşünceleri yok. Bunu saklamıyorum. Çünkü yalan söylemek Türklerin âdeti değildir. Sizin imparatorunuzdan öç alacağım. Bir taraftan bana barıştan söz ederken, diğer yandan benim düşmanım olan Avarlarla ilişki kuruyor. Fakat bilmiş olunuz ki, bunlara karşı atlılarımı gönderdiğim zaman yalnız kamçı sesleri onları dağıtmaya yeterli olacaktır. Biraz karşı koymaya kalkışacak olurlarsa yok edilecekler, karınca gibi atlarımın altında ezileceklerdir. Kafkas’tan başka yol olmadığını bana söylemeniz boşunadır. Gidip, sizin ülkenizde savaşmak düşüncesinden beni çevirmek istiyorsunuz. Fakat ben Dneper, Dnestr, Tuna, Meriç nehirlerini bilmez değilim. Kölelerim Avarların Roma imparatorluğuna girmek için izledikleri yolu tanırım. Sizin güçleriniz hakkında da bilgim var. Bütün dünya, doğudan batıya kadar bana tabidir. Alan ve Utirgur halkları o kadar cesaretleriyle beraber Türklerin yenilmez ordularına karşı koyamamışlardır”. Bu telakkinin tamamı, Türk cihan hakimiyeti ile bağlantılıdır. Türk düşüncesinde “devlet-i ebed müddet” şuuru öyle işlemiştir ki, bu muazzam devletin de yeryüzünde bazı vazifeleri olduğu ortaya çıkmaktadır. Yani bu savaşçı kavmin işi sadece kılıç sallayıp, harp yapmak değildi. Onun başlıca görevleri, Tanrı’nın verdiği devlet ve güç ile Tanrı adına dünya nizamını kurmaktır. Bu Türk devletinin başlangıcından, bu güne kadar devam etmiş bir dünya görüşüdür. Valentinos, Türk Şad’ı sakinleştirmeye çalıştı ve biraz teskin olan Türk Şad babasının ölümünden dolayı matemde olduğunu, bu gibi durumlarda Türklerin yaptığı üzere sakallarını traş etmeleri gerektiğini, Romalılara söyledi. Maalesef bu sırada İstemi Yabgu ölmüş bulunuyordu (576). Bu olaydan kısa bir süre sonra Türk orduları Kırım’ı zaptettiler, fakat az bir zaman sonunda buradan çekilmek zorunda kaldılar. Herhalde buna sebep, kaganlığın içerisinde ortaya çıkan iktidar mücadelesiydi.

İşte, çağının en güçlü devletlerinden birisi olan Bizans’a kafa tutan Türk Şad böyle bir kişidir. Yani sözünü esirgemeyen, ölmekten ve öldürmekten çekinmeyen bir deli kurt. Maalesef akıbeti hakkında bir bilgiye sahip olmadığımız Türk Şad, Hazar çevresinin Türkleşmesinde önemli vazifeler görmüş bir Türk büyüğü olarak tarihe geçmiştir.

 

Orkun, Sayı 60, İstanbul 2003

Hoca Ahmet Yesevî

 

Ahmet Yesevi… Türklerin manevî hayatına asırlarca hükmeden, Türk halk sufilik geleneğinin kurucusu; Arslan Baba’dan teslim aldığı emaneti, insanlara “hikmet”leri aracılığı ile damla damla özümseten; kutsal emaneti Horasan Erenleriyle dünyanın dört bucağına ulaştıran; Türk diliyle yazdığı hikmetleriyle dilimizin gelişmesi ve zenginleşmesine büyük katkısı olan, Pîr-i Türkistan”, Büyük Veli, öncü şair…

Ahmet Yesevi’nin hayatı hakkında bilinenler menkıbelere dayanmaktadır. Eldeki bilgilere göre, Çimkent şehrine bağlı Sayram kasabasında, bazı kaynaklara göre ise bugünkü adı Türkistan olan Yesi’de doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1093 yılında doğduğu, 73 yıl yaşadığı ve 1166 yılında vefat ettiği kabul edilmektedir.

Babası Sayram’ın meşhur mutasavvıflarından olan İbrahim Ata (İbrahim Şeyh), annesi ise Sayramlı Musa Şeyhin kızı Ayşe Hatun’dur. Yedi yaşındayken annesini, ardından babasını kaybetmiş ve ablası Gevher fiehnaz tarafından büyütülmüştür.

İlk eğitimini babasından alan Yesili Ahmet, manevî eğitimini Yesi’de devrin meşhur mutasavvıfı Arslan Baba’dan almıştır. Daha sonra Buhara’ya giderek Yusuf Hemedani’nin yanında manevi eğitimini tamamlamış ve onun ölümü üzerine 1160’da halife olmuştur. Bir süre sonra da Yesi’ye dönerek, hayatının kalan kısmını insanları irşatla geçirmiştir.

Altmış üç yaşına geldiğinde tekkesinin avlusuna yaptırdığı çilehaneye girmiş ve ömrünü burada tamamlamıştır. Türbesi, Türkistan şehrindedir.

Yahya Kemal, Ahmet Yesevi’nin Türk tarihi bakımından önemini; “fiu Ahmet Yesevi kim, bir araştırın, göreceksiniz, bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız.” sözleriyle ifade eder.

Tasavvufi Türk halk şiirinin öncüsü olan Ahmet Yesevi, düşüncelerini yayabilmek için millî nazım şekli olan dörtlüklerle, hece vezninde, yalın bir Türkçeyle şiirler yazmıştır. “Hikmet” adı verilen ve Divan-ı Hikmet adıyla bir kitapta toplanan şiirler, İslamiyet’in Türkler arasında yayılmasında büyük rol oynamıştır.

Fârâbi

 

Ebu Nasır Muhammed İbn el-Farah el-Farabi, (İS. 870)’de Türkistan’da Farab yakınında küçük bir köy olan Vasic’te doğdu.  Avrupa’da ‘ Alpharabius’ olarak bilinen Farabi, bir Türk generalin oğlu idi. İlköğrenimini Farab ve Buhara’da tamamladı, fakat daha sonra, yüksek öğrenim için uzun bir süre yani 901- 942 arasında okuduğu ve çalıştığı Bağdat’a gitti. Bu süre boyunca, ilim ve teknolojinin birçok dalında olduğu gibi bir kaç dil üzerinde de ustalık kazandı. Altı Abbasi Halifesi’nin hükümdarlığı boyunca yaşadı. Bir filozof ve bilim adamı olarak, çeşitli ilim dallarında büyük ustalık kazandı ve farklı dillerde bir uzman olarak aktarıldı.  Farabi birçok uzak ülkeyi gezdi ve bir süre Şam’da ve Mısır’da çalıştı, fakat Halep’te Seyfü’d Devle’nin sarayını ziyaret edinceye kadar tekrar tekrar Bağdat’a geri geldi. Kralın sadık danışmanlarından biri olmuştur ve ününün uzak ve geniş bir biçimde yayılması burada Halep’te olmuştur.

İlk yıllarında, bir Kadı (Hakim) idi, fakat sonradan meslek olarak öğretmenliği seçti. Kariyeri boyunca, büyük zorluklara katlandı ve bir keresinde bir bahçenin bakıcısı bile oldu. HS. 339 / İS. 950′de 80 yaşındayken Şam’da bekar olarak öldü. Farabi, fen bilimine, felsefeye, mantığa, sosyolojiye, tıbba, matematiğe ve müziğe epeyce katkıda bulunmuştur. Başlıca katkıları felsefeye, mantığa ve sosyolojiye olmuş gibi görülmektedir ve elbette, bir Ansiklopedici olarak da göze çarpmaktadır. Bir filozof olarak, Platon ve Aristo felsefesini İslam felsefesi ile bağdaştırmaya çalışan bir Yeniplatoncu (Neoplatonist) olarak sınıflandırılabilir ve onun orijinal katkılarını kapsayan birkaç diğer konudaki çok sayıda kitabına ek olarak Aristo’nun fiziği, meteorolojisi, mantığı, vb. üzerine bazı zengin açıklamalar yazmıştır. İslam felsefe geleneğinde, ‘ilk öğretmen’ olarak bilinen Aristoteles’ten sonra ‘İkinci Öğretmen’ (el-muallimü’s-sani) olarak anılır. Farabi’nin önemli katkılarından biri de mantık çalışmasını iki kategoriye, yani, Tahayyül (fikir) ve Subut (ispat), bölerek kolaylaştırması idi. Sosyolojide, ünlü olan Erdemli Şehir (Ara Ehli’l-Medineti’l-Fazıla) dışında birkaç kitap yazdı. Psikoloji ve metafizik üzerine kitapları büyük ölçüde kendi çalışmalarını yansıtmaktadır. Aynı zamanda müzik üzerine de Müzik Kitabı(Kitab’ül-Musika) başlıklı bir kitap yazmıştır. Müzik sanatı ve bilimi üzerine büyük bir uzman idi ve müzik notaları bilgisine katkıları yanında, birkaç müzik enstrümanı da icat etti. Enstrümanını insanları istediği anda ağlatıp güldürebilecek kadar iyi çaldığı anlatılmaktadır. Fizikte, boşluğun varlığını göstermiştir. Kitaplarının çoğunun kaybolmasına rağmen, 43 mantık üzerine, 11 metafizik üzerine, 7 ahlak üzerine, 7 siyaset bilimi üzerine, 17 müzik, tıp ve sosyoloji üzerine ve de 11′i tefsir olmak üzere 117 eseri bilinmektedir. Daha ünlü kitaplarından bazıları, çeşitli ilim merkezlerinde birkaç yüzyıl boyunca bir felsefe ders kitabı olarak kalmış olan ve Doğu’da bazı kurumlarda halen öğretilmekte olan Fusus al-Hikam kitabını içermektedir. Kitab al-Isa al-Ulum kitabı, bilimin sınıflandırılmasını ve esas ilkelerini yeknesak ve faydalı bir tarzda incelemektedir. Ara Ehli’l-Medineti’l-Fazıla ‘Model Şehir’ kitabı sosyoloji ve siyaset bilimine ilk önemli katkıdır.

Farabi birkaç yüzyıl boyunca bilim ve ilim üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Farabi, sonradan bir Neoplatonik yazarın eseri olduğu ortaya çıkmasına rağmen, Aristoteles’e mal edilen Teolojisi kitabını, Aristoteles’in yazdığını sanmıştır. Buna rağmen felsefede yüzyıllar boyunca ikinci öğretmen olarak kabul edilmiştir ve felsefe ve tasavvufun sentezini amaçladığı eseri, İbn Sina’nın çalışmasının yolunu açmıştır.

AKILCILIKLA İSLAMI BAĞDAŞTIRMAYA ÇALIŞAN İLK TÜRK DÜŞÜNÜRÜ FARABİ

Farabi (Faraplı) diye anılan Ebu Nasr Muhammet (870-950), eski Grek felsefesini yorumlayan ve geliştiren bir filozof olarak tanınmaktadır. O İslam dinine felsefi bir nitellik kazandırmak, İslamiyetle Platon(Eflatun) ve Aristoteles felsefelerini bağdaştırmak istemişti. Bu nedenle İslam felsefesinin kurucusu sayılmış, aynı zamanda kendisine Aristoteles’ten sonra gelen ikinci öğretmen anlamında “hace-i sani” unvanı verilmiştir. Bunun dışında onun siyaset sosyolojisi ile ilgili olarak yazdığı Erdemli Şehir adlı eseri de ününü artırmıştır. Farabi, bu kitabında faziletli bir devletin ve onun başkanının nasıl olması, ne gibi nitelikler taşıması gerektiği üzerinde durmuştu. Nihayet onun bir bilim sınıflaması yapması ve bu arada müziği bir bilim dalı olarak ele alıp değerlendirmesi de belirtilmeye değer.(Ş. Turan, Türk Kültür Tarihi, s: 164)Farabi (872-950),İslam uygarlığında siyaset felsefesinin kurucusudur. Siyaset felsefesi ile ilgili temel düşüncelerini “Fusul al-Madani”, “ Medine-i Fadıla”(Erdemli Şehir) ve “ Kitab es-Siyaset” başlıklı eserlerinde ortaya koymuştu. Erdemli Şehir adlı yapıtında Eflatun’un ‘Cumhuriyet’inden yararlandığı anlaşılıyor. Doğu felsefesi ile eski Yunan felsefesini birleştirmeye, uzlaştırmaya çalıştı. Siyasal alanda eski Yunan felsefesi, Arap düşüncesine 9. yy’da El-Kindi ile girmişti. Eflatun’un ve Aristo’nun eserlerinin Arapça çevirilerinden yararlanan El-Kindi, devlet yönetimi ile ilgili bir düzine risale yazmıştı. Bununla birlikte İslam uygarlığında siyaset felsefesinin kurucusu olarak Farabi bilinir. Farabi, devlet felsefesi ile ilgili temel düşüncelerini “Fusul al-Madani”, “Medine-i Fadıla” ve “ Kitab es-Siyaset” başlıklı eserlerinde ortaya koymuştur. Bue eserlerde, devleti Aristo gibi uzuvcu bir yaklaşımla ele almış ve nasıl insan vücudu belli organlardan oluşuyorsa, çeşitli düzeydeki toplumların da belli organlardan oluşan bir yapıya sahip olduklarını iler sürmüştür. Farabi bu konuda, Eflatun’un “Cumhuriyet”inden esinlendiği anlaşılan, beş tabakalı bir Erdemli Şehir (”Medine-i Fadıla”) tablosu çizmiştir. Bu siyasal birimin başında bir “filozof-hükümdar” bulunacak, eğer böyle biri yoksa devleti ya bir grup ya da kanun ve gelenekleri iyi bilen biri yönetecektir. Toplumun tabakaları birbirlerine sevgi ile bağlı olacaklar ve toplumun yönetimine “adalet” ilkesi egemen kılınacaktır. Farabi, devlet hayatı ile ilgili ilkeleri sayarken, ilk olarak “adalet”i belirtmekte ve “ adalet toplum mensuplarının paylaştıkları bütün iyi şeylerin başında gelir” demektedir. Burada “Prenslerin aynası” geleneğini oluşturan, doğu felsefesi ile eski Yunan siyasal düşüncesini birleştiren temel bir ilke ile karşı karşıyayız. Farabi’nin düşüncesi, kendisinin ölümünden yüzyıllarca sonra bile etkisini sürdürmüş, Osmanlı uleması tarafından da okunan ve sık sık anılan eserlerden biri olmuştur. Bu etkileme zincirinin en önemli halkalarını, Sasani devlet ilkelerini de Emevi döneminden itibaren özümleyen Arap devletleriyle, Selçuklu devleti teşkil etmiştir. 17. yy’da Katip Çelebi, Keşf-ül-Fünun’(Fenlerin Keşfi)u yazarken Osmanlı medreseleri “ilm-i siyaset” alanında kitaplarla doluydu.

   

Arama  

   
   
hosting: alemdarhost.com