OĞUZLAR

Bugün; Türkiye, Balkanlar, Azerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan’da yaşayan Türklerin ataları olan büyük bir Türk boyu. Oğuzlara, Türkmenler de denir.

Oğuz kelimesinin türeyişiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Kelimenin boy, kabile manasına gelen “Ok” ve çokluk eki olan “z”nin birleşmesinden “Ok-uz” (oklar, koylar) anlamında olduğu ileri sürüldüğü gibi, oyrat (haşarı, yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı olduğunu iddia edenler de vardır. Ancak kelime, Anadolu ağızlarında “halim selim, ağırbaşlı” manalarına da kullanılmaktadır. Arap kaynaklarında ise “guz” veya “uz” şeklinde geçmektedir.

İlk zamanlar Üçok ve Bozok adlarıyla iki ana kola ayrılmış olan Oğuzlar, daha sonraki devirlerde, Dokuz Oğuz, Altı Oğuz, Üç Oğuz adlarında boylara da ayrıldılar.

Oğuzlar, yirmi dört boydan meydana gelmişti. Bunlardan on ikisi Bozok, on ikisi Üçok koluna bağlıydı. Tarihçiler, hazırladıkları cetvellerde Oğuz boylarının adlarını, sembollerini ve ongunlarını (armalarını) göstermişlerdir. Buna göre, Bozoklar; Kayı, Bayat, Alka Evli, Kara Evli, Yazır, Dodurga, Döğer, Yaparlu, Afşar, Begdili, Kızık, Kargın; Üçoklar ise; Bayındır, Peçenek, Çavuldur, Çepnî, Salur, Eymur, Ala Yundlu, Yüreğir, İğdir, Büğdüz, Yıva, Kınık boylarına ayrılmışlardı. Bugün Türkiye’de yirmi dört Oğuz boyuna ait işaret ve yer adlarına çok rastlanmaktadır.

Oğuz adına ilk defa Yenisey Kitabelerinde rastlanmaktadır. Barlık Irmağı yöresinde bulunan bu kitabelerde; “Altı Oğuz budunda” sözü yer almaktadır. Öz Yiğen Alp Turan adlı bir beye ait olan bu kitabelerin yazıldığı devirde, Oğuzlar, Göktürklerin hâkimiyeti altında altı boy hâlinde Barlık Irmağı kıyılarında yaşamakta idiler.

Altıncı yüzyıldan itibaren Göktürklerin idaresinde toplanan Türk kabilelerinden bir kısmı gibi Oğuzlar da kendi aralarında birlik kurarak Tula-Selenga ırmakları bölgesinde Dokuz-Oğuz Kağanlığını meydana getirdiler. Göktürk kağanlığının, Kutlug Şad (İlteriş Kağan) tarafından 682’de ikinci defa kurulmasından sonra, Göktürkler, hâkimiyetlerini kabul etmeyen Oğuzlar üzerine yürüdüler. Tula Irmağı kıyısında yapılan kanlı bir savaşta, Oğuzlar yenildiler. Fakat Göktürklerin hâkimiyetini kabul etmediler. İlteriş Kağan, Oğuzlar üzerine birçok sefer düzenledi ve Baz Kağanı öldürdü. Oğuzların merkezi Ötüken ve çevresini ele geçirdi. Bu yenilgi karşısında İlteriş Kağan’ın hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalan Oğuzlar, Göktürklerin Kırgız seferine katıldılar. Göktürk hakanlarından Bilge Kağan zamanında isyan ettiler. Bir sene içinde bir kaç defa harbe giren Oğuzlar; yenilerek, geri çekildiler. Daha sonra Dokuz-Tatarlar ile ittifak kurarak Göktürklerle mücadele ettilerse de yine bozguna uğrayarak, Çin taraflarına göç ettiler. Bir müddet sonra tekrar eski yurtlarına döndüler. Bu mücadelelerde zayıflayan Göktürkler, 745’te Uygurlar tarafından yıkıldı. Bu esnada Uygurlara yardım eden Oğuzlar, Uygur Devletinin dayandığı başlıca boylardan biri oldu. Uygurlarla birlikte Basmıl ve Karluklar'a karşı savaştılar. Fakat zaman zaman Uygurlara karşı da isyan etmekten geri durmadılar. Eski müttefikleri Dokuz-Tatarlar ile birleşerek Uygur Kağanı Moyunçur’a karşı cephe aldılar. Zaman zaman Çin’e gittiler. Daha sonra Çin’den çıkarak eski yurtlarına döndüler. Uygur Devletinin yıkılması üzerine batıya göçerek Sir Derya (Seyhun) kıyılarına ve onun kuzeyindeki bozkırlara yerleştiler. Onuncu yüzyılda, göçebe hayatı yanında, yerleşik bir hayat sürmeye de başladılar. Göçebe Oğuzlar, daha ziyade koyun, at, deve, sığır yetiştiriciliği ve ticaretle uğraşıyorlardı. Yerleşik Oğuzlar ise, Sabran (Karacuk), Suğnak, Karnak, Sütkent gibi şehirlerde oturuyorlardı. Onuncu asırda henüz Müslüman olmamış olan Oğuzlar, inanışları gereği bir takım ibadet ve ayinleri yerine getiriyorlardı. Ancak yaşayış bakımından İslâmiyet'e uygun tarafları vardı. Soy temizliğine ehemmiyet verirlerdi. Bilhassa zina gibi suçların cezası ölümdü.

Onuncu asrın başlarında Oğuzlar, Mâverâünnehir çevresinde yerleşip, Yabgu denilen hükümdarın idare ettiği bir devlet kurdular. Devlet ve millet işlerinin bir mecliste istişare edildiği ve subaşı denilen ordu kumandanı, Yabgu’nun vekili ve naibi olan tegin, İnal ve Tarkan unvanlarını taşıyan memurlar vardı. Oğuzların bu sıradaki başşehirleri, Sir Derya kıyısındaki Yeni Kent idi. Yabgu Devleti zamanında Oğuzlar, Üçok ve Bozok diye iki kısma ayrılmışlardı.

Onuncu asrın sonlarında İslâm dinini kabul ederek iyice güçlenen Oğuzlar, komşuları Peçenekler ve Hazarlar ile savaşlar yaparak onları yendiler. Fakat 11. yüzyılın ortalarında, Oğuzların İslâm dinini kabul etmemiş olan bir kısmı, Kıpçakların baskısıyla yurtlarını terk ederek Karadeniz’in kuzeyinden Tuna boylarına, oradan da Balkanlara indiler. İslâm dinine girmedikleri için etraflarını saran Hıristiyan devletlerin baskısıyla kısa zamanda benliklerini kaybederek, örf, anane ve geleneklerini unuttular. Eriyip, yok oldular. Geri kalanları da Bizans hizmetine girdiler. 1071’de yapılan Malazgirt Meydan Muharebesi'ne Bizanslıların yanında katıldılar. Fakat çok geçmeden Selçuklular tarafına geçtiler.

İslâm dinini kabul eden Selçuk Bey’in idaresindeki Oğuz boyları ise, Oğuz Yabgu Devleti hükümdarının, kendilerine kötülük yapacağından çekinerek, yurtlarından ayrılıp İslâm diyarı olan Horasan taraflarına gittiler. Mâverâünnehir’de kalan diğer Oğuz boyları da, Kıpçakların hücum ve baskıları sonunda dağıldılar. Böylece Oğuzlar Devleti yıkıldı. Yerlerinde kalan Oğuzlar ise Karaçuk dağları bölgesinde, Mangışlak’da ve Seyhun Nehri kıyılarında yerleştiler. Daha sonra Karahıtayların ve Karlukların baskısı neticesinde, Horasan’a gelip Selçuklulara tâbi oldular.

Selçuk’un büyük oğlu Arslan İsrail, Horasan’da hâkimiyet kurup, diğer Oğuz boylarını idaresi altında topladı. Daha sonraları, Tuğrul ve Çağrı Beyler idaresindeki Selçuklular, Sâmânoğulları ile ittifak kurarak, Karahanlılar'a ve Gazneliler'e karşı mücadele ettiler. Selçukluların başarılı idareleri sebebiyle pek çok Oğuz boyu onların hâkimiyetinde toplandı. Birçokları yerleşik hayata geçti.

Selçuklu Devletinin kurulmasında esas rolü oynayan Oğuzlar ve diğer Oğuz boyları, 11. yüzyılın ikinci yarısından itibaren akın akın İran, Irak, Anadolu ve Suriye’ye doğru yayıldılar. Selçuklu Devletinin sınırlarını Ceyhun Nehrinden Akdeniz’e kadar genişlettiler. İslâmiyet'i kabul etmeden önce dünyevî maksatlar ve kuru cihangirlik için çalışan, harp eden ve soylarının temizliğiyle tanınan Oğuzlar, İslâm dinini kabul ettikten sonra, Allahü teâlânın yüce dini olan İslâmiyet'i yaymaya gayret ettiler. Gittikleri yerlerde doğruluğun, adaletin, ilmin ve medeniyetin savunuculuğunu yaptılar. İnsanlara hizmet etmek, ilmin ve medeniyetin yayılmasını sağlamak için pek çok cami, medrese, kervansaray, hamam ve köprü yaptırdılar. Büyük Selçuklu, Türkiye Selçukluları, Akkoyunlular, Salgurlular, Artukoğulları, Karamanoğulları, Ramazanoğulları, Dulkadiroğulları ve Osmanlı devletlerini kurarak İslâm dininin yayılmasına hizmet ettiler. İslâmiyet'in ve Müslümanların yok edilmesi için çalışan Haçlılara karşı parlak zaferler kazandılar. İslâmiyet'e, ilme ve adalete karşı olan ortaçağ Avrupa’sına pek çok yenilikleri götürdüler. Dokuz yüz sene boyunca, kurdukları devletlerin sınırları içinde yaşayan bütün unsurlara karşı İslâm dininin emirleri doğrultusunda hareket ederek, hizmet ettiler. Bugün Türkiye, Azerbaycan, İran, Türkmenistan, Afganistan, Irak ve Suriye’de yaşayan Türkler, Oğuzların neslindendir. [1]

Kâşgarlı Mahmud’a Göre Türk Boyları

kaskarlideki_oguz_boylari

  Kâşgarlı Mahmud, yirmi boydan oluşan Türklerin kökünün Nuh Peygamber’in oğlu Yafes’e ve onun oğlu Türk’e dayandığını yazmaktadır. Bu durumun İbrahim Peygamber’in oğlu İshak’a, İshak’ın oğlu Esav’a ve onun oğlu Rum ve Rum’dan gelenlerin soyunun adlandırılmasına benzediğine dikkat çekmektedir.

Türklerin her bir boyunun çeşitli kollara ayrıldığını belirten Kâşgarlı Mahmud bu kolların sayısını ancak Tanrı’nın bilebileceğini belirtir ve yalnızca büyük boyları ve ana kollarını eserinde anar. Ancak Kâşgarlı Mahmud’un Oğuzlara özel bir önem verdiği, Oğuzların bütün kollarını adlarıyla, damgalarıyla birlikte ayrıntılı bir biçimde tanıttığı görülür. Bunun nedeni, Kâşgarlı’nın eserini yazdığı sırada Oğuzların arasında bulunması olabileceği gibi aynı dönemde Oğuzların çoğunluğunu oluşturduğu Selçuklu Sultanı Alparslan’ın ordularının Anadolu’da ilerlemesi ve siyasi bir güç olarak ortaya çıkışı düşünülebilir. Kâşgarlı’nın Oğuz kollarını ve hayvanlarına vurdukları damgaları herkesin bilmesi gerektiğini de yazması, bu düşüncenin doğru olabileceğini göstermektedir.

Oğuzlara böylesine büyük önem veren Kâşgarlı Mahmud, her Türk boyunun yaşadığı bölgeleri en batıdan başlayarak doğuya doğru sıralamıştır:

 Rum (Bizans) ülkesine en yakın olandan başlayarak hem gayrimüslimleri hem de Müslümanları belirli bir düzen içerisinde doğuya doğru sıraladım. Rum ülkesine en yakın boy Beçenek ‘Peçenek’tir. Sonra Kıfçak ‘Kıpçak’, Oğuz, Yemek, Başgırt, Basmıl, Kay, Yabagu, Tatar, Kırgız gelir. Kırgızlar Çin ülkesine yakındırlar. Daha sonra Çigil, Tohsı, Yagma, Ograk, Çaruk, Çomul, Uygur, Tangut ve Çin’de olan Hıtay gelir. Bundan sonra Tavgaç gelir, bunların ülkesi de Maçin’dir.

Yirmi boyu, batıdan doğuya doğru sıralayan ve bunları Türk adı altında toplayan Kâşgarlı Mahmud günümüzde, çeşitli adlarla anılan soydaş toplulukların nasıl tanımlanması gerektiğine de bin yıl öncesinden ışık tutmaktadır.

Kâşgarlı Mahmud, Türk boylarının yaşadığı coğrafyayı anmakla kalmamış Bu boyların her biri şu haritada gösterilmiştir diyerek eserine eklediği harita üzerinde Türk soylu halkların yaşadığı bölgeleri göstermiştir.

 Eserinin sözlük bölümünde Kençek, Kıfçak, Taŋut, Tatar, Yagma, Yemek gibi çeşitli Türk topluluklarının adlarını kısaca açıklayan Kâşgarlı Mahmud Türk adının yanı sıra Oğuz, Türkmen, Uygur, Çigil’i ele alırken bu Türk topluluklarıyla ilgili ayrıntılı bilgiler vermiştir. [2]

kaynak:

[1] dallog.net

[2] Türk Dil Kurumu

TARİHTE KURULMUŞ 16 TÜRK DEVLETİ

 Hun Devleti, Göktürk Devleti, Karahanlılar, Altınordu Hanlığı, Batı Hun İmparatorluğu, Avar Devleti, Gazneniler, Timurlar Devleti, Avrupa Hunları, Hazar Devleti, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Babûr Devleti, Akhunlar, Uygur Hakanlığı, Hârizmşahlar, Osmanlı İmparatorluğu.

Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan 16 devletin hakimiyet süreleri ve hakimiyet altında tuttukları yerler ise şöyledir:

 

1. Hun Devleti:

Büyük Hun Devleti Orta Asya'da kurulan ilk Türk devletidir. MÖ 220'den MS 216'ya kadar hüküm sürmüştür. Bilinen ilk hükümdarı Teoman'dır. Mete Han döneminde devletin sınırları Japon Denizi'nden Hazar Denizi'ne kadar geniş bir bölgeyi kapsamıştır.

 

2. Batı Hun İmparatorluğu:

MÖ 53'de, Büyük Hun İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesiyle, Batı Türkistan'da Cici Han tarafından kurulan Türk devletidir. Yaşadığı dönem boyunca en büyük bölgesel güç olmuştur.

 

3. Avrupa Hunları (Batı Hunları):

Avrupa Hunları MS 434'de Atilla'nın başa geçmesiyle büyük bir devlet haline geldiler. Hakim olduğu yıllarda, Avrupa kıtasında en büyük güç olmuştur.

 

4. Akhunlar:

5. yüzyılın ortalarında, Amuderya nehrinin çevresinde kurulmuş ve gelişme göstermiş bir Türk devletidir. Horasan, Afganistan ve İran topraklarına kadar yayılmıştır. Kısa bir dönem hüküm sürmesine rağmen, hakimiyeti boyunca Asya'da büyük bir güç olmuştur.

 

5. Göktürk Devleti:

Göktürk Devleti, Türk tarihinde Türk adı ile kurulan ilk devlettir. Devletin kurucusu ve ilk hükümdarı olan Bumin Kağan, Orta Asya'daki bütün Türk boylarını egemenliği altında toplamıştır. Bumin Kağan ölünce yerine oğlu Murat Kağan hükümdar olmuştur. Bu dönemde İpek Yolu Türklerin denetimine girmiş ve Türkler Çin'e üstünlüklerini kabul ettirmişlerdir.

 

6. Uygur Hakanlığı:

Büyük Hunların torunları olan Uygurlar, çok sayıda devlet kurmuşlardır. Uygur Hakanlığı bunlardan birisidir. 744-840 yılları arasında hüküm sürmüştür. Selenga, Orhun ve Tola ırmakları havzalarından Baykal Gölü'nün güneyindeki bozkırlara kadar uzanan geniş sahada yaşamışlardır. 100 yıla yakın bir süre içinde, Asya kıtasında, bölgesel güç olmuşlardır.

 

7. Avar Devleti:

Macaristan'da büyük bir devlet kuran Avarlar, zaman zaman İstanbul'u kuşatmışlardır. O dönemde Avrupa kıtasında bölgesel güç oluşturmuşlardır. İstanbul'u kuşatan ilk Türk boyu Avarlar olmuştur.

 

8. Hazar Devleti:

Kafkaslar'da kurulmuş olan Hazarlar, Hazar Denizi'ne de adını vermiştir. 7. yüzyıldan itibaren iyice güçlenen ve bütün Doğu Avrupa'yı eline geçiren Hazarlar, 3 yüzyıl hüküm sürmüşler ve yıkılana kadar bölgede çok büyük bir güç oluşturmuşlardır.

 

9. Karahanlılar:

10. yüzyılın ortalarında Orta Asya'da kurulan ilk Müslüman Türk devletidir. Aynı zamanda ilk Müslüman Türk devleti olarak bölgesel hakimiyet kurdular.

 

10. Gazneliler:

Karahanlılarla aynı dönemde yaşamışlardır. İlk Müslüman Türk devletlerindendir. Sınırları Afganistan ve Hindistan'ı içine alır. Karahanlılar ile birlikte Asya kıtasında, bölgesel bir güç olmuşlardır.

 

11. Büyük Selçuklu Devleti:

Ön Asya'da kurulan ilk ve en büyük Müslüman Türk devletlerinden biridir. 1040-1157 yılları arasında hüküm sürmüştür. Güneybatı Asya'nın tamamına yakın bir bölümüne hakim olan Büyük Selçuklu Devleti, bölgenin en büyük gücü olmuştur.

 

12. Hârizmşahlar Devleti:

Büyük Selçuklu Devleti ile aynı dönemde, 1097-1231 yılları arasında Aral Gölü'nün güneyinde yaşamışlardır. Orta Asya'da bölgesel hakim güç olmuşlardır.

 

13. Timurlar Devleti:

1370-1507 yılları arasında, Ege kıyılarından Orta Asya'ya ve Hint Okyanusu'na kadar uzanan geniş topraklar üzerinde hüküm sürmüş büyük bir Türk devletidir. Hakim olduğu topraklardan en büyük bölgesel güç olduğu anlaşılır.

 

14. Bâbur Devleti:

1494-1858 yılları arasında Hindistan'da hüküm sürmüştür. Hakim olduğu tarihlerde, Asya'da büyük bir güç oluşturmuştur.

 

15. Altınordu Hanlığı:

1227-1502 yılları arasında, Karadeniz ile Hazar Denizi arasında yaşamış bir Türk devletidir. Yaklaşık üç asır Asya'da hakim güç olmuştur.

 

16. Osmanlı Devleti:

1299'da Söğüt civarında kurulmuş ve 1923 yılına kadar devam etmiş ve üç kıtada hakimiyet kurmuş bir cihan devletidir. Toprak bakımından en geniş sınırlara ulaştığı dönemde Anadolu, Kafkasya, Kırım, Güney Ukrayna, bugünkü Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan, Macaristan, Suriye, Ürdün, Lübnan, İsrail, Irak, Suudi Arabistan, Yemen, Mısır, Tunus, Libya ve Cezayir'i yönetmiştir.

ANA HATLARIYLA GÖKTÜRK (KÖKTÜRK) TARİHİ

Köktürkler veya bugünkü adıyla Göktürkler, Büyük Hun İmparatorluğundan sonra, Asya'da kurulan ikinci büyük Türk devletidir. "Türk" sözcüğü ilk kez be devlet zamanında bir devletin resmi adı olmuş ve Türklük değerleri her bakımdan yüceltilmiştir.

Köktürkler, hâkimiyetleri boyunca (MS 552-745) Doğu Sibirya’daki Saha (Yakutlar) Türkleri ile Karadeniz'in kuzey-batısındaki Bulgar Türkleri hariç bütün Türk asıllı kitleleri kendi idareleri altında birleştirmiştirler. Bu bakımdan Hunlardan sonra Asya'da Türk birliğini en geniş manada gerçekleştiren Köktürkler olmuşlardır.

Kağanlığın yıkılışından sonra etrafa yayılan Türk boyları, gittikleri her yere Köktürk idari, siyasi ve kültürel yapısını taşımışlardır. Böylece, bugün R Türkçesi konuşan Çuvaşlar hariç bütün diğer Türk unsurları (ve tabii olarak Türk lehçe ve şiveleri) Köktürklerin izlerini, etkilerini taşır.

Köktürk adı II. Doğu kağanlığı döneminde dikilen abidelerde (Bilge, Köl Tigin ve Tonyukuk) geçmektedir. Bu, "göğe ait, ilahi, vasıfları Tanrı tarafından bahşedilmiş Türk" demektir.

                1. I. Köktürk Kağanlığı:  Köktürkler miladi 6. yüzyılda Altay dağlarının doğu eteklerinde toplu bir halde geleneksel sanatları olan demircilikle uğraşıyorlardı. Ve federatif bir yapıyla bağlı bulundukları Juan-juan (Avarlar)lara silah imal ediyorlardı. 635 yılında yabguları Bumın (Çince Tumen<Türkçe Tuman "Duman")ın hükümdarlığında Avarlara baş kaldırdılar. 552'de Avarların çökmesi ile Bumın il-kagan unvanı ile tahta çıktı. Merkez olarak da Hunların Orhon ırmağının batısında yer alan başkenti Ötüken’i tayin etti. Devletin batı kanadını Bumın'ın kardeşi ‹stemi, yabgu unvanı ile yönetmeye başladı. Bumın Kağan devleti kurduğu yıl öldü. ‹stemi batıda ‹ran ve Bizans sınırlarını fethe devam ederken başa Bumın'ın oğlu Kara (Çin. K'olo) geçti. Kara Kağan'ın aynı yıl ölümü üzerine Mukan (553-572) Kağan hükümdarlık tahtına oturdu. I. Köktürk hanlığı en parlak devrini bu kağan zamanında geçirdi. ‹lk önce iyice zayıflayan Juan-Juan devletini ortadan kaldırdı (555). Sonra doğuda Kitanların ve kuzeyde Kırgızların topraklarını Köktürk hâkimiyeti altına aldı. 568 yılında Çin imparatoru ile akrabalık kurarak güneyden gelebilecek tehlikeleri bertaraf etti.

Devletin batı kanadının askeri komutanı (yabgu) ‹stemi (552-576)'nin kumandasındaki ordu, kısa zamanda Altay dağlarının batısını, Issık-Köl ve Tanrı dağlarına kadar hâkimiyeti altına aldı. Dönemin kuvvetli iki devleti olan Sasanilerle Bizans'ı Köktürk siyaseti doğrultusunda bir çizgiye oturttu. Soğdluları ‹ran'a karşı koruyarak ‹pek Yolu ticaretini kontrol altına aldı. Ayrıca İran'la Bizans arasında karışıklık çıkararak devletin batıdaki manevra kabiliyetini kolaylaştırdı.

Mukan Kağan 572'de öldü. Zamanında devlet muazzam bir genişliğe ulaşmıştı. Kore'den Hazar denizine kadar olan 10.5 milyon km2 'lik alan Köktürklerin hâkimiyeti altına girmişti. Kitabelerde Mukan Kağan'ın Türk milleti için yaptığı fedakarlık ve kahramanlıklar uzun uzun anlatılmakta, yuğ törenine Kore'den Bizans'a kadar bütün ülkelerin temsilcilerinin katıldığından söz edilmektedir.

Mukan'ın yerine kardeşi T'a-po geçti (572-581). T'a-po toprakların genişliğinden dolayı devleti iki idari kısma ayırarak doğusuna kardeşi K'o-lo'nun oğlu şe-t'u (Işbara)yu, batısında da küçük kardeşi Jotan'ı kağan unvanları ile tayin etti. Yumuşak bir tabiata sahip olan T'a-po daha sonra bir Çinli prensesle evlendi. Ülke topraklarını Budist rahiplere açarak onların misyonerlik faaliyetlerine rıza gösterdi. Halkın gözünde itibarı iyice azalan T'a-po 581'de öldü. Yerine devlet meclisi kararı ile Işbara hakan oldu. 582'de de hakanlık resmen ikiye ayrıldı. 

2. Doğu Köktürk Kağanlığı:  Zor şartlar altında başa geçen Işbara, dengeyi sağlamakta, memleketi huzura kavuşturmakta zorlandı. Bir taraftan ordu içindeki huzursuzluklar, diğer yandan Çin'de iktidarını sağlamlaştıran T'ang sülalesi yönetimi iyice güçleştirmekteydi. İsyan eden ordu komutanlarına karşı Çin'den yardım istemek zorunda kaldı. Böylece, Çinliler ezeli düşmanları olan Türkleri asimile etme yoluna gittiler. Halkı Çince konuşmaya, Çinliler gibi giyinmeye, Çin adetlerini kabul etmeye zorladılar.

Köktürk hakanlığının iyice zayıflaması ile Türk ahali Çin'e iltica etmeye başladı. Hükümdar ailesi içinde kargaşalıklar çıktı. Bu karışıklıkta Işbara öldü. (587). Yerine geçen kardeşi Baga Çor ve arkasından devlet meclisince hakan ilan edilen Tulan (588-600) döneminde de durum düzelmedi. Çin'in sonu gelmez hile ve desiseleri ile Tulan'ın yerine geçen K'i-min (600-609) Batı Köktürklerin kağanı Tardu'ya karşı kışkırtıldı. Fakat başarı elde edemedi. K'i-min, zamanında Işbara'nın reddettiği Türkleri Çinlileştirme tekliflerini kabul etti. Ancak ölümünden sonra başa geçen oğlu şi-pi (609-619) Köktürklerin haysiyetini biraz kurtardı. 5-6 yıl içinde ülkedeki dağınıklığı bir ölçüde giderdi. Ülkeyi tekrar itaat altına aldı.

Çin hükümdarı Yang-ti'nin şi-pi'ye karşı hile ve desiseleri tutmayınca Çin'de itibarı sarsıldı. Ona karşı olan muhalefet güçlendi. Şi-pi bu fırsattan yararlanarak kendisine sığınan Liang Shi-tu'yu Çin kağanı ilan etti.

Şi-pi'den sonra hakan olan Ç'u-lo (=Çullukş) (619-621) kardeşinin sert siyasetini takip etti ise de karısı Çinli prenses İ-çing tarafından zehirlenerek öldürüldü. Hakan olan kardeşi, dirayetsiz bir kişiliğe sahip K'ie-li (621-630) zamanında Doğu Köktürkleri de dağılmış oldu. Fakat, bu dağılış resmi anlamda bir yokoluş değildir. Çin'in kuklaları olan bir takım kağanlar, sarayın emrinde oradan oraya sadakat ziyaretleri yapıp durmuşlardır. Bu durum 50 yıl devam etmiştir. Esaret altındaki Türk kitleleri zaman zaman  Çinlileştirme politikalarına baş kaldırmışlar, daha sonra gelecek nesillere istiklal ruhunu aşılamışlardır. Bunların en meşhuru, 639 yılında T'ang imparatorunun sarayında görevli Köktürk prensi Kürşad'ın 39 arkadaşı ile Çin sarayını basmasıdır.

                3. II. Köktürk Hakanlığı:  630-680 yılları Köktürklerin hakimiyetlerini kaybettikleri hazin bir devir oldu. Köktürk abideleri' nde belirtildiğine göre, bu fetret devrinin yaşanmasına;

            a) Devlet adamlarının kifayetsizliği,

            b) Türk kaviminin tedbirsizliği,

            c) Çin'in kurnazca politikası ve yıkıcı propagandası, yol açmıştır.

Köktürk tarihinin bu 50 yıllık fetret devrinin sonunda Aşena  soyundan Kutlug istiklal savaşına girişti. Kutlug, önce Çin'in kuzeyindeki Türkler arasında gizlice teşkilatlandı. Çevredeki ileri gelen beyleri göreve davet etti. Bu davete iştirak edenlerin sayısı kısa zamanda 5.000'i buldu. Bunların içinde ünlü devlet adamı Tonyukuk da vardır.

Kutlug ile Tonyukuk önce Türklerce kutsal bilinen Hunların ve I. Köktürk kağanlığının başkenti, stratejik önemi haiz olan Ötüken'i ele geçirdiler. Burada, ilk önce İnek Gölü kıyısındaki Oğuzlar bertaraf edildi. Bu savaştan sonra Kutlug han ilan edildi ve ‹lteriş (=ili, ülkeyi toparlayan) unvanını aldı. Kardeşi Kapgan'ı şad, Tonyukuk'u da devlet müşaviri (aygucı) yaptı.

Bundan sonra artık, yeni devletin ihtiyacı olan yiyecek, giyecek ve özellikle de at gibi zaruri madde ve vasıtaları elde etmek amacıyla Çin'e akınlar düzenlendi. Bu akınlar genellikle Seddin kuzeyindeki Çin garnizonlarına yönelik oldu. Kutlug 682-687 yılları arasında toplam 46 sefer düzenledi, Çin vali ve kumandanlarını mağlup etti.

Bu arada, kuzeydeki Türk ve diğer kavimlere karşı da birçok akınlar düzenlenerek onlar da kontrol altına alındı. Böylece Köktürk devleti yeniden kurulup teşkilatlandı. ‹lteriş, 692 yılında Ötüken'de kurt başlı bayrağı altında öldü.

İlteriş öldüğünde biri 8 (Bilge) diğeri 7 (Köl Tigin) yaşında olmak üzere iki oğul bırakmıştı. Kardeşi Kapgan (="Fatih") hakan oldu. Kapgan Kağan Türk tarihinin yetiştirdiği büyük fatihlerden ve uzak görüşlü devlet adamlarından biridir. En büyük siyaseti, Çin'i baskı altında tutarak Asya'daki bütün Türk kavimlerini Köktürk bayrağı altında toplamaktı.

27 yaşında kağan olan Kapgan'ın ilk seferi 693 yılında Çin üzerine oldu. Ling-çu ve Ordos eyaletlerine esaslı darbeler indirdi, Çin'i haraca bağlayarak, ipek, darı ve ziraat aleti aldı. Sonra Kögmen dağlarını aşarak Kırgızları kontrolü altına aldı. Çin'e 100 bin kişilik bir orduyla akın düzenleyip denize kadar ulaştı. Aynı yıl Kapgan kağanın oğlu İnal ile Bilge'nin komutasındaki batı orduları grubu, Altayları aşıp "Türk bodun"dan olduğu halde yanlış hareket yapan Türgiş (On-oklar)leri dize getirdiler. Bütün bu bölgedeki Türk unsurlarını Köktürklere bağladılar.

Daha sonra, aynı batı orduları grubu Maveraünnehr seferine çıktı. Orada ilk defa müslüman Araplarla karşılaştılar. Köktürk yazıtlarında bunlara Tezik  (Tony. s. 45) denilmektedir. Fakat, burada herhangi bir çatışma olup olmadığı hakkındaki bilgiler kesin değildir.

Doğuda, kağanın kumandasındaki Türk ordusu akınlarına devam ediyordu. 702'de Çin'e tam 20 sefer düzenlendi.

Bu arada, devletin sınırları genişledikçe hakimiyet altındaki toprakları kontrol etmek güçleşiyordu. Bir taraftan Çin'in tahriki, diğer yandan Kapgan kağanın gittikçe şiddetlenen sertliği memlekette karışıklıkların çıkmasına zemin hazırladı. 714 yılında devletin asıl kitlesi olan Oğuzların isyanı zorla bastırıldı. Kapgan kağan bu seferden Ötüken'e dönerken Bayırkuların pususuna düşürüldü ve öldürüldü. (22 Temmuz 716).

Kapgan Kağan'ın yerine oğlu İnal (Bögü) geçti. Fakat, bu zor dönemde karışıklıkları o da önleyemedi. Üstüste gelen mağlubiyetler halkın hakana olan güvenini yitirmesine yol açtı. İnal Kağan ve yakınları, Bilge ve Köl Tiğin'in hazırladıkları bir ihtilalle öldürüldüler.

Bilge, kardeşi Köl Tigin'in ısrarı üzerine kağan oldu (716-734). Köl Tiğin de ordu komutanlığına getirildi. Bilge ve Köl'ün yaptıkları ihtilalde, -müşavir olmasına rağmen Bilge'nin kayınpederi olduğu için- öldürülmeyen Tonyukuk tekrar müşavirliğe getirildi.

Bilge Kağan Çin ile iyi geçinmek niyetinde idi. Çünkü, Köktürkler dağınıktı ve güçlerinden çok şey kaybetmişlerdi. Fakat, Çin boş durmuyordu. Basmıllarla birleşerek Köktürkleri bertaraf etmek istiyordu. Tonyukuk'un dahiyane planı ile önce Basmıllar üzerine gidildi. Sonra Çin'e şiddetli bir saldırı düzenledi. şan-Tan savaşında Çin ordusu perişan edilerek Beşbalık ele geçirildi. Batıdaki Türgişler tekrar itaat altına alındı. Tonyukuk 725'te ölür. ‹lteriş, Kapgan ve Bilge zamanında devlete tam 46 yıl hizmet eden bu dahi ve stratejist devlet adamı hakanlığın adliyesini ve ordusunu tanzim etmişti. Zamanındaki dini ve kültürel cereyanları takip etmiş, hakanları ona göre yönlendirmişti. Alman bilim adamları bu yüzden ona "Köktürklerin Bismarck'ı" demişlerdir. Tonyukuk ölünce hatırasına, kendi ağzından yazılmış olan bir kitabe Orhun'da, Bayın-çokto mevkiinde dikilmiştir.

731'de Köl Tigin 47 yaşında ölür. Eski Türk takvimine göre, koyun yılının 17. günü= 27 şubat 731. Adına, ağabeyi Bilge tarafından bir kitabe dikilmiştir. Bilge'nin ağzından yazılan bu kitabeyi Köl Tigin'in atısı (yeğen) Yolluğ Tigin 20 günde yaşmış, Çinli ustalar ise taşa kazımışlardır.

İki büyük yardımcısını kaybeden Bilge'nin, bundan sonra 734 yazında Kitan ve Tatabılara karşı kazandığı bir zafer dışında her hangi bir faaliyeti görülmüyor. 25 Ekim 734'te, 50 yaşında iken nazırlarından Buyruk-çor tarafından zehirlenerek öldürüldü. 19 sene şad, 19 sene kağanlık yaptı. Çin kaynaklarına göre, "Türk milletini çok sevmekle temayüz etmiş bir kağandı". Cenaze töreni 22 Haziran 735'te yapıldı. Kendi adına, kendi ağzından yazılmış bir kitabe dikildi.

Bilgenin ölümü üzerine önce Türk Bilge Kağan, sonra kardeşi Tengri Kağan tahta geçti. 740 yılında tahtta yine bir Tengri Kağan vardı ve bu bilgenin oğlu idi. Hakan çocuk denecek yaşta olduğu için idare, annesi (Tonyukuk'un kızı) P'o-fu'nun eline geçti. Bu hatun da devlete hakim, karışıklıklara engel olamadı. Basmıllar, Karluklar ve Uygurlar anlaşarak vaziyete hakim olarak, Aşena hanedanından gelen Basmıl başbuğunu kağan ilan ettiler (742). Köktürk hakanı Ozmış ve sonra da onun küçük kardeşi son Köktürk hakanı Po-mei'yi öldürdüler. Bu arada müttefiklerin arası açıldı. Basmıl kağanı ortadan kaldırılarak Uygur başbuğu Yabgu K'eh-li Tu-fa Kutluğ Bilge Köl  unvanı ile kağan ilan edildi (745). Böylece, Türk tarihinde, 552-745 yılları arasında tam 193 yıl devam eden Köktürk hanedanı sona ermiş, yerine bir başka Türk hanedanı olan Uygurlar geçmiştir.

 

Kaynak:orhunyazıtları.com

KÜL TEGİN YAZITI

Güney Yüzü

(G 1) İlahî göğün yarattığı Türk Bilge Kağan, bu devirde tahta çıktım. Sözlerimin tamamını dinleyin, özellikle küçük erkek kardeşlerim, çocuklarım, birleşik soyum, halkım, güneyde Şadlar, kuzeyde tarkanlar, beyler, Otuz ...

(G 2) Otuz Tatar halkı ... ... ... Dokuz Oğuz Beyleri ve halkı, bu sözümü iyice işitin, sıkıca dinleyin! Doğuda güneşin doğduğu yere, güneyde aydınlığın ortasına, batıda güneşin battığı yere, kuzeyde karanlığın ortasına kadar, bu sınırların içerisindeki halkın tamamı bana bağlıdır. Bu kadar halkın

(G 3) tamamını düzene soktum. Şimdi onların endişesi yok. Türk Kağanı Ötüken dağlarında hüküm sürerse ülkede sıkıntı çıkmaz. Doğuda Şantung ovasına kadar sefer ettim. Denize bir kez bile varmadım. Güneye doğru Dokuz Ersinlere kadar sefer ettim. Tibet’e bir kez bile varmadım. Batıda Sır Derya’yı

(G 4) geçip Temir Kapıg’a kadar sefer ettim. Kuzeyde Yer Bayırkuların topraklarına kadar sefer ettim. Bu kadar yere sefer ettirdim. Ötüken dağlarından daha iyisi kesinlikle yokmuş. Ülke kurulacak topraklar Ötüken dağlarıymış. Burada hüküm sürüp Çin halkıyla

(G 5) ilişkileri düzelttim. Çinliler altını, gümüşü, ipeği, ipeklileri sıkıntısız öylelikle verirler. Çin halkının sözleri tatlı, ipeklileri yumuşakmış. Tatlı sözle, yumuşak ipeklilerle kandırıp uzaktaki halkları bu şekilde kendilerine yaklaştırırlarmış. Yakına yerleştikten sonra da gereken kötülüğü orada düşünürlermiş.

(G 6) Bilgili ve yiğit insanları ilerletmezlermiş. Bir kişi suç işlerse bütün kavmini, halkını, akrabalarına varıncaya kadar öldürmezlermiş. Tatlı sözlerine, yumuşak ipeklilerine  kanıp Türk halkından bir çoğunuz öldünüz. Türk halkı, mutlaka öleceksin! Güneye Çugay dağlarına, Tögültün

(G 7) ovasına yerleşeyim dersen, Türk halkı, mutlaka öleceksin. Kötü insanlar şöylece akıl verirlermiş: “Uzakta isen Çinliler  ipeklinin kötüsünü verirler, yakındaysan ipeklinin iyisini verirler” diye öğretirlermiş. Cahil insanlar, bu sözleri ciddiye alıp yakınlaştığınızda çoğunuz öldünüz.

(G 8) Oralara gidersen, Türk halkı mutlaka öleceksin. Ötüken topraklarında yaşayıp sağa-sola kervanlar gönderirsen hiç sıkıntıya düşmeyeceksin. Ötüken dağlarında yaşarsan kurduğun ülke sonsuza değin ayakta kalacaktır. Türk halkı, toksun. Acıkacağını ya da doyacağını düşünmezsin. Bir doyarsan, tekrar acıkacağını düşünmezsin. Böyle olduğun

(G 9) için seni beslemiş olan hakanının sözlerini dikkate almayıp her yöne gittin. Oralarda tamamen yok oldun, tükendin. Geride kalanlarınız yarı ölü yarı diri her yere gidiyordunuz. Tanrı lütfettiği için, benim de talihim olduğu için kağan olarak tahta çıktım. Tahta çıktıktan sonra

(G 10) yoksul ve fakir olan halkı tümüyle bir araya getirdim. Yoksul halkı zengin ettim, az olan halkı çoğalttım. Acaba bu sözümde yalan var mı? Türk Beyleri, halkı bunu dinleyin: Türk halkını derleyip ülke kuracağınızı buraya kazıdım, hata edip öleceğinizi de

(G 11) buraya kazıdım. Söyleyecek ne sözüm varsa bengi taşa kazıdım. Buna  bakarak anlayın. Şu anki Türk halkı, beyleri, halihazırdaki beyler, sizler mi yanılacaksınız? Ben bengi taş diktim. Çin hakanından sanatçı getirttim, nakşettirdim. Çin hakanı benim sözümü kırmadı,

(G 12) sarayındaki has sanatçısını yolladı. Ona muazzam bir anıtkabir yaptırdım. İçini dışını muhteşem şekilde süslettim, taşlar yonturttum, aklımdaki sözleri yazdırttım. ... On Okların oğullarına, yabancılarına varıncaya kadar bunu görüp anlayın. Bengi taş

(G 13) kazıttım. ... ulaşılabilir yerde ise, böylesi ulaşılabilir bir yerde bengi taş kazıttım, yazdırdım. Buna bakıp böylece öğrenin. O taşı anıtkabri kazdırdım, yaptırdım. Bu yazıyı yazan yeğeni Yollug Tegin.

 Doğu Yüzü

(D 1) Yukarıda mavi gök, aşağıda kara toprak yaratıldığında ikisinin arasında da insan oğlu yaratılmış. İnsan oğullarının da üzerine atam, dedem Bumın Kağan, İştemi Kağan tahta çıkmışlar. Tahta çıktıktan sonra Türk halkının ülkesini, yasalarını ele alıp düzenlemişler.

(D 2) O zamanlar dört taraf hep düşmanmış. Orduyu gönderip dört taraftaki halkları hep ele geçirmiş, hepsini teba haline getirmiş. Mağrurları kendisine secde ettirmiş, güçlülere önünde diz çöktürmüş. Doğuda Kadırkan dağlarına kadar, batıda Temir Kapıg geçidine kadar yerleştirmiş. Kök Türkler bu ikisinin arasındaki bölgede

(D 3) dağınık halde öylecene yaşıyorlarmış. Bilge ve  yiğit bir kağanmış. Şüphesiz komutanları da bilge ve yiğitlermiş. Beyleri ve halkı birlik içerisindeymiş. Şüphesiz, ülkeyi bunun için böylece yönetmiş. Ülkeyi yönetip yasaları yapmış. Kendisi böylelikle

(D 4) vefat etmiş. Cenazeye Doğuda, güneşin doğduğu yerlerden Bükli bozkırı halkı, Çin, Tibet, Avar, Bizans, Kırgız, Üç Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtany, Tatavı ülkelerinden bunca halk yasçı, ağıtçı olarak gelmiş, ağlayıp yas tutmuş. O kadar ünlü bir kağanmış.  Ondan sonra tabiî küçük kardeşi,

(D 5) oğulları kağan olmuş. Daha sonra küçük kardeşler büyük erkek kardeşleri gibi yaratılmadığı için, evlatlar babaları gibi yaratılmadığı için, bilgisiz hakanlar tahta çıktığı için, kötü hakanlar yönetime geçtiği için, komutanları da bilgisiz ve kötü oldukları için,

(D 6) beyleri ile halkı arasında kargaşa olduğu için, Çin halkı sahtekar ve hilekar olduğu için, dolandırıcı olduğu için, küçük ve büyük erkek kardeşleri birbirine düşürdüğü için, beyleri ve halkı birbirine karşı kışkırttığı için, Türk halkı ülke yaptığı toprakları elinden çıkarmış,

(D 7) hakan yaptığı hakanını kaybetmiş; beyliğe yakışır erkek evlatları Çin halkına köle, hanımefendiliğe yakışır kız evlatları cariye olmuş; Çindeki Türk beyleri Türklere özgü unvanları bırakıp Çinlilere özgü unvanları kullanarak Çin hakanına

(D 8) bağlanmışlar. Elli yıl hizmet edip çalışmış; doğuda, güneşin doğduğu yerlerde Bükli hakanına kadar sefer etmiş; doğuda Temir Kapıg’a kadar sefer etmiş; Çin hakanı için ülkelerini alıp yasalarını düzenlemiş. Türk halkı içerisindeki sıradan insanların

 (D 9) tamamı şöyle düşünürmüş: “Ülkesi olan bir halktım, ülkem şimdi nerede! Kimin için ülkeler fethediyorum!” dermiş. “Hakanı olan bir halktım, kağanım nerede! Kimin Hakanına hizmet edip çalışıyorum!” dermiş. Böyle deyip Çin hakanına düşman olmuş.

(D 10) Düşman olduktan sonra kendisini örgütleyemediğinden tekrar yine bağımlı olmuş. Çinliler Türklerin bu kadar hizmet ettiğini, çalıştığını dikkate almaksızın “Türk halkını öldüreyim, soyunu kurutayım” derlermiş. Türkler yokolup gidiyorlarmış. Yukarıda Türklerin ilahî güçleri, Türklerin kutsal yer-su ruhları

(D 11) şu şekilde düzenlemişler: Belli ki Türk halkı yok olmasın diye, halk olsun diye  babam Elteriş kağanı, annem Elbilge sultanı göğün tepesinden çekip yükseltmişler. Babam hakan on yedi savaşçıyla isyan etmiş. “İsyan

(D 12) başlıyor” diye haber gelince şehirdekiler de isyan etmişler.  Dağdakiler de aşağı inmişler. Toplanıp yetmiş savaşçı olmuşlar. Tanrı güç verdiği için babam hakanın askerleri kurt gibiymiş, düşmanlarının askerleri de koyun gibiymiş. Doğuya ve batıya seferler edip derleyip toplamış, tamamı

(D 13) yedi yüz savaşçı olmuşlar. Ülkesiz ve hakansız kalmış olan halkı, cariye ve köle olmuş halkı, Türk geleneklerini kaybetmiş olan halkı, atalarımın, dedelerimin gelenekleri doğrultusunda yeniden oluşturmuş, eğitmiş. O anda Tölis ve Tarduş halkını düzene sokup hemen o zaman onların başına

(D 14) Yavgu ve Şad atamış. Güneyde Çin halkı düşmanmış, kuzeyde Baz hakan, Dokuz Oğuz halkı düşmanmış. Kırgız, Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtany, Tatavı, tamamı Türklere düşmanmış. Babam hakan bu kadar ….

(D 15) Kırk yedi defa sefer edip yirmi defa cephede savaşa katılmış. Tanrının lütfuyla ülkesiz olan halkı ülke sahibi, hakansız olan halkı hakan sahibi yapmış; düşmanları teslim alıp güçlülere diz çöktürmüş, mağrurlara secde ettirmiş. Babam hakan böylelikle ülkeyi kurup

(D 16) yasaları düzenleyip sonsuzluğa uçup gitmiş. Babam hakana ilk önce Baz hakanı balbal dikmişler. Gelenekler üzere amcam hakan tahta çıkmış. Amcam hakan tahta oturup Türk halkını önceden olduğu gibi yönetmiş, beslemiş. Yoksul olan halkı zengin etmiş, az olan halkı çoğaltmış.

(D 17) Amcam hakan tahta çıktığında ben Tarduş halkının başında Şad’dım. Amcam hakanla beraber doğuda Sarı Irmak’a, Şantung ovasına kadar sefer ettik. Batıda Temir Kapıg’a kadar sefer ettik. Kögmenleri aşıp Kırgız topraklarına kadar sefer ettik.

(D 18) Tamamı yirmi beş defa sefer ettik. On üç defa savaşa katıldık. Ülkesi olanı ülkesiz, hakanı olanı hakansız bıraktık. Güçlülere diz çöktürdük, mağrurlara secde ettirdik. Türgeş hakanı müttefikimiz tebamızdı; anlayışsızlığından

(D 19) dolayı hatalarından dolayı hakanları öldü, komutanları, beyleri de öldü. On-Ok halkı sefil oldu. Atalarımızın, dedelerimizin sahip olduğu topraklar sahipsiz kalmasın diye Az halkını düzene sokup, örgütleyip halk haline getirdik … Başlarındaki

(D 20) Bars beydi. Hakan unvanını ona burada biz verdik. Küçük kız kardeşim prensesi de ona eş olarak verdik. Kendisi hata etti, bunun için de öldü. Halkı cariye, köle oldu. Kögmen toprakları sahipsiz kalmasın diye Az ve Kırgız halklarını düzene sokup örgütledik savaştık ….

(D 21) dönüp geldik. Doğuda Kadırkan dağlarını aşıp halkımızı öylece yerleştirip öylece düzeni kurduk. Batıda Kengü Tarman’a kadar Türk halkını bu şekilde yerleştirip böylece düzene soktuk. O vakitler kölelerin köleleri, cariyelerin de cariyeleri olmuştu. Küçük kardeşler ağabeyleriniz bilmez, evlatlar babalarını bilmez olmuştu.

(D 22) Bu şekilde fethettiğimiz ülkemiz, düzenlediğimiz yasalarımız vardı. Müttefikimiz Türk Oğuz beyleri ve halkı, dinleyin: yukarıda gök çökmezse, aşağıda yer delinmezse, Türk halkı, ülkeni ve yasalarını kim bozabilir ki! Türk halkı hatalarından dolayı pişman ol ve

(D 23) tövbe et! Asî yaradılışlı olduğun için seni beslemiş olan bilge hakanının refah ve huzur içerisindeki ülkesine karşı sen kendin hata ettin, nifak soktun. Öyle olmasaydı Silahlı düşmanlar nasıl ve nereden gelip sizi dağıtabilecek, mızraklı düşmanlar nereden gelip sizi yurdunuzdan sürebilecekti? Kutsal Ötüken dağları halkı, buraları bırakıp gittiniz. Doğuya gidenleriniz

(D 24) gittiniz. Batıya gidenleriniz gittiniz, sonuçta gittiğiniz yerlerde elde ettiğiniz şu olmalı: Kanınız su gibi aktı, kemikleriniz dağ gibi yığıldı; beyliğe yakışır oğullarınız köle, sultanlığa yakışır kızlarınız cariye oldular. Cehaletinizden ve fesatlığınızdan amcam hakan vefat edip gitti.

(D 25) İlk önce Kırgız hakanını balbal diktim. Açıktır ki Türk halkının adı sanı yok olmasın diye babam hakanı, annem sultanı yücelten tanrı, bizlere ülke bağışlayan tanrı, Türk halkının adı sanı yok olmasın diye şahsımı, işte o tanrı

(D 26) hakan olarak tahta oturttu. Kesinlikle refah içerisindeki bir halkın başına geçmedim. Karnı aç, sırtı açıkta olan, berbat, kötü bir haldeki halkın başına geçtim. Küçük erkek kardeşim Kül Tegin ile karar aldık. Babamız ve amcamızın meydana getirdiği halkın adı sanı yok olmasın

(D 27) diye, Türk halkı için geceleri uyumaksızın, gündüzleri oturmaksızın küçük erkek kardeşim Kül Tegin ve iki Şad ile beraber ölürcesine çabalayarak fetihler yaptım. Böylesine fetihler yapıp birleşik olan halkı ateşle su gibi zıtlaştırmadım. Ben kendim hakan olarak tahta çıkınca dört bir tarafa

(D 28) dağılmış olan halk, yarı ölü yarı diri, yayan yapıldak dönüp geldiler. Halkı besleyeyim diye kuzeyde Oğuz halkına, doğuda Kıtany, Tatavı halklarına, güneyde Çin halkına büyük bir ordu ile on iki defa sefer ettim .. savaştım. Ondan

(D 29) sonra tanrı lütfettiği için, talihim ve kısmetim olduğu için ölecek olan halkı diriltip besledim, sırtı yalın olan halkı giyimli, yoksul olan halkı zengin ettim. Az olan halkı çoğalttım. Kudretli ülkesi kudretli hakanı olandan daha iyi bir hale getirdim. Dört taraftaki

(D 30) halkı alıp kendime bağladım. Türklerin düşmanlarını yok ettim. Onların hepsi bana bağlandılar, şimdi bize hizmet ediyorlar. Bunca yasayı düzenledikten sonra küçük erkek kardeşim Kül Tegin kendisi bu şekilde vefat etti. Babam hakan vefat ettiğinde küçük erkek kardeşim Kül Tegin yedi yaşındaydı ….

(D 31) Umay gibi olan sultan annemin talihiyle küçük erkek kardeşim Kül Tegin erlik adını buldu. Daha onaltı yaşındayken amcam hakanın devleti, yasaları için bir çok fetihler yaptı. onunla Altı Çuv Soğutlara karşı sefer ettik, onları bozguna uğrattık, Çinli askerî vali Ong elli bin askerle geldi, Iduk Baş’ta savaştık.

(D 32) Kül Tegin yaya olarak boğa gibi hücum etti. Vali Ong’un kaynını silahlı halde eliyle yakalayıp hakana sundu. O orduyu orada yok ettik. Kül Tegin yirmi bir yaşına geldiğinde general Çaça ile savaştık. İlk önce Tadık Çor’un boz atına binip hücum etti. O at o hücumda

(D 33) öldü. İkinci olarak  Işvara Yamtar’ın boz atına binip hücum etti. O at da o hücumda öldü. Üçüncü olarak Yeğen Silig beyin zırhlı doru atına binip hücum etti. O at da o hücumda öldü. Zırhından, kaputundan yüzden fazla okla vurdular, yüzüne ve başına birisi bile değmedi ….

(D 34) hücum ettiğini Türk beyleri hepiniz bilirsiniz.  O orduyu orada yok ettik. Daha sonra Yer Bayırkuların yüce İrkin’i düşman oldu. Onun ordusunu dağıtıp Türgi Yargun gölünde bozguna uğrattık. Yüce İrkin çok az bir askerle kaçıp gitti. Kül Tegin yirmi altı

(D 35) yaşındayken Kırgızlara doğru sefer ettik. Mızrak batımı karı söküp Kögmen dağlarını aşarak yaya halde ilerleyip Kırgız halkını uykuda baskına uğrattık. Hakanları ile Songa dağlarında çarpıştık. Kül Tegin Bayırkuların ak aygırına

(D 36) binip boğa gibi hücum etti. Bir askeri okla vurdu, ikisini takip edip mızrakladı. O hücumda Bayırkuların ak aygırını uyluğundan vurup kırdılar. Kırgızların hakanını öldürdük. Ülkelerini aldık. O yıl Türgeşlere doğru Altay dağlarını

(D 37) aşıp İrtiş ırmağını geçerek ilerledik. Türgeş halkını uykuda baskına uğrattık. Hakanın ordusu Bolçu’da ateş gibi, şimşek gibi geldi. Çarpıştık. Kül Tegin alnı akıtmalı boz ata binip hücum etti. Alnı akıtmalı boz …

(D 38) ... tutturdu. İkisini kendisi yakaladı. Oradan yine içerilere dalıp Türgeş hakanının komutanı Az valisini eliyle yakaladı. Hakanlarını orada öldürdük. Ülkelerini aldık. Türgeş halkı, ahalisi bütünüyle boyunduruğumuz altına girdi. O halkı Tavar’a yerleştirdik ….

(D 39) Soğut halkını düzene sokayım diye Sır Derya’yı geçip Temir Kapıg’a kadar sefer ettik. Daha sonra Türgeş halkı, ahalisi düşman oldu. Kengeres yönünde gittiler. Bizim ordumuzun atları zayıf, yiyecekleri ise neredeyse yoktu. Kötü kişiler …

(D 40) yiğit askerler bize saldırmışlardı. Böylesi bir anla karşılaştığımıza kederlenip Kül Tegin’i az bir askerle gönderdik. Büyük bir çarpışma olmuş. Alp Şalçı kır atına binerek hücum etmiş. Türgeş halkını, ahalisini orada öldürmüş, almış, yine ilerleyip …

 Kuzey Yüzü

(K 1) ... ile askerî vali Koşu ile savaşmış. Askerlerinin tamamını öldürmüş. Evini barkını, eksiksiz her şeyi alıp getirmiş. Yirmi yedi yaşında iken Karluk halkı gelişip düşman oldu. Kutsal Tamag tepesinde savaştık.

(K 2) O savaşta Kül Tegin otuz yaşına basmıştı. Alp Şalçı’nın kır atına binip boğa gibi hücuma geçti. Karlukları öldürdük, kalanlarını teslim aldık. Az halkı düşman oldu. Kara Göl’de savaştık. Kül Tegin o vakit otuz bir yaşındaydı. Alp Şalçı’nın kır

(K 3) atına binip boğa gibi hücum etti. Azların Eltever’ini yakaladı. Az halkı orada yok oldu. Amcam hakanın devleti sarsılıp halkı ve devleti iki parça olduktan sonra İzgil halkı ile savaştık. Kül Tegin Alp Şalçı’nın kır atına binip

(K 4) boğa gibi hücum etti. O at orada telef oldu. İzgil halkı öldü. Tokuz Oğuz halkı kendi halkımdı. Gökle yer arasında kargaşa çıktığı için birbirlerine düşman oldular. Bir yılda beş kez savaştık. İlk önce Togu şehrinde savaştık.

(K 5) Kül Tegin Azman kır ata binip boğa gibi hücum etti. Altı eri mızrakladı. Ordular çarpışırken de yedincisini kılıçladı. Koşulgak’ta Ediz ile savaştık. Kül Tegin, Az yağız atına binip boğa gibi hücum ederek bir askeri mızrakladı,

(K 6) dokuz askerin de etrafını kuşatıp dövdü. Ediz halkı orada öldü. Üçüncü olarak Bolçu’da Oğuzlarla savaştık. Kül Tegin, Azman kır ata binip hücum etti, mızrakladı. Ordularını mızrakladık, ülkelerini aldık. Dördüncü olarak Çuş başında savaştık. Türk

(K 7) halkı sarsıldı, kötü olacaktı. Kül Tegin çıka gelen düşman ordusunu püskürtürken Tongralardan bir grup kahraman askeri Tonga Tegin’in mateminde  çevirip öldürdük. Beşinci olarak Ezgenti Kadiz’de Oğuzlarla savaştık. Kül Tegin

(K 8) Az yağız atına binip hücum etti. İki askeri mızrakladı. Çamura gömdü. O ordu orada helak oldu. Amga Korgan’da kışı geçirip bahara doğru Oğuzlara asker gönderdik. Kül Tegin’i karargahın başında durması için gönderdik. Düşman Oğuzlar ordugahı bastılar. Kül Tegin

(K 9) öksüz boz ata binip dokuz askeri mızrakladı, ordugahı teslim etmedi. Annem sultan ve analarım, ablalarım, prenseslerim; bunların dirisi cariye olacak, ölüsü de sağda-solda ortalıkta kala kalacaktı.

(K 10) Kül Tegin olmasaydı hepiniz ölecektiniz. Küçük kardeşim Kül Tegin vefat etti. Kendi kendime düşündüm. Gören gözlerim görmez, bilen bilincim bilmez gibi oldu. Kendi kendime düşündüm: “Felek emrettiğinde herkes ölecek, insanoğlu hep ölümlü yaratılmış”.

(K 11) diye düşündüm. Gözümden yaş geldiğinde gözyaşımı durdurdum, içimden haykırmak geçtiğinde ağıtımı bastırdım. Düşündüm. İyice düşündüm. “İki Şad ve küçük erkek kardeşlerim, çocuklarım, beylerim, halkım hepsinin gözü kaşı matem tutmaktan kötü olacak” diye düşündüm. Matem tutup ağıt yakmaya başta Kıtany, Tatavı halkı olmak üzere

(K 12) General Udar geldi. Çin hakanlığından İşiyi Liken geldi. On bin ipekli, altın, gümüş, kısacası gereğinden fazla hediye getirdi. Tibet hakanından Bölün geldi. Batıda, güneşin battığı yerlerden Soğut Berçiker, Buhara şehri halkından general Nek, Oğul tarkan geldi.

(K 13) On-ok evladım Türgeş hakanından mühürdar Makaraç ile mühürdar Oğuz Bilge geldi. Kırgız hakanından Tarduş ile Inançu Çor geldi. Türbe ustası, tezyinatçı, taş yazıt ustası Çin hakanının yeğeni general Çang geldi.

 Kuzey-Doğu Yüzü

Kül Tegin koyun yılının (27 Şubat 731) on yedisinde sonsuzluğa uçtu. Dokuzuncu ayın yirmi yedisinde matemini tamamladık (1 Kasım 731). Türbesini, süslemelerini, yazıt taşını maymun yılının yedinci ayının on yedisinde tamamen bitirdik (21 Ağustos 732). Kül Tegin kendisi otuz yedi yaşına gelmişti. Taş  türbe yapacak olan ustayı, bunca süsleme sanatçısını Tuygun Eltever getirdi.

 Güney-Doğu Yüzü

Bunca yazıyı yazan ben, Kül Tegin’in yeğeni olan Yollug Tegin yazdım.  Yirmi gün oturup bu taşa, bu duvara tamamını ben Yollug Tegin yazdım. Gözde evlatlarınızdan, gençlerinizden daha iyi besliyordunuz, sonsuzluğa uçup gittiniz.  …

 Güney-Batı Yüzü

Kül Tegin’in altınlarını, gümüşlerini, ipeklilerini, varlığını, dört bin atlık sürüsünü koruyan Tuygut … beyim, prensim yukarıda gök oldukça … taş yazdım, Yollug Tegin yazdım.

 Batı Yüzü

Batıdan Soğutlar ayaklandı. Küçük kardeşim Kül Tegin … hizmet ettiği için Türk Bilge Hakan …a küçük kardeşim Kül Tegin’i koruması için yerleştirdim.

Ona İnençu Apa Yargan Tarkan unvanını verdim, onu yücelttim.

 

Kaynak:orhunyazitleri.com

BİLGE KAĞAN YAZITI

Kuzey Yüzü

(K 1) İlahî göğün yarattığı Türk Bilge Kağan, bu devirde tahta çıktım. Sözlerimin tamamını dinleyin, özellikle küçük erkek kardeşlerim, çocuklarım, birleşik soyum, halkım... Güneyde Şadlar, kuzeyde tarkanlar, beyler, Otuz... Otuz Tatar halkı... ...  Dokuz Oğuz Beyleri ve halkı, bu sözümü iyice işitin, sıkıca dinleyin! Doğuda güneşin.

(K 2) doğduğu yere, güneyde aydınlığın ortasına, batıda güneşin battığı yere, kuzeyde karanlığın ortasına kadar, bu sınırların içerisindeki halkın tamamı bana bağlıdır. Bu kadar halkın tamamını düzene soktum. Şimdi onların endişesi yok. Türk Kağanı Ötüken dağlarında hüküm sürerse ülkede sıkıntı çıkmaz. Doğuda Şantung ovasına kadar sefer ettim. Denize bir kez bile varmadım. Güneye doğru Dokuz

(K 3) Ersinlere kadar sefer ettim. Tibet’e bir kez bile varmadım. Batıda Sır Derya’yı geçip Temir Kapıg’a kadar sefer ettim. Kuzeyde Yer Bayırkuların topraklarına kadar sefer ettim. Bu kadar yere sefer ettirdim. Ötüken dağlarından daha iyisi kesinlikle yokmuş. Ülke kurulacak topraklar Ötüken dağlarıymış. Burada hüküm sürüp Çin halkıyla ilişkileri düzelttim. Çinliler altını, gümüşü, ipeği,

(K 4) ipeklileri ihtiyaçtan fazlasıyla öylelikle verirler. Çin halkının sözleri tatlı, ipeklileri yumuşakmış. Tatlı sözle, yumuşak ipeklilerle kandırıp uzaktaki halkları bu şekilde kendilerine yaklaştırırlarmış. Yakına yerleştikten sonra da gereken kötülüğü orada düşünürlermiş.  Bilgili ve yiğit insanları ilerletmezlermiş. Bir kişi suç işlerse bütün kavmini, halkını, akrabalarına varıncaya kadar öldürmezlermiş.

(K 5) Çinlilerin tatlı sözlerine, yumuşak ipeklilerine kanıp Türk halkından birçoğunuz öldünüz. Türk halkı, mutlaka öleceksin! Güneye Çugay dağlarına, Tögültün ovasına yerleşeyim dersen, Türk halkı, mutlaka öleceksin. Kötü insanlar şöylece akıl verirlermiş: “Uzakta isen Çinliler ipeklinin kötüsünü verirler, yakındaysan ipeklinin iyisini verirler” diye öğretirlermiş.

(K 6) Cahil insanlar, bu sözleri ciddiye alıp yakınlaştığınızda çoğunuz öldünüz.  Oralara gidersen, Türk halkı mutlaka öleceksin. Ötüken topraklarında yaşayıp sağa-sola kervanlar gönderirsen hiç sıkıntıya düşmeyeceksin. Ötüken dağlarında yaşarsan kurduğun ülke sonsuza değin ayakta kalacaktır. Türk halkı, toksun. Acıkacağını ya da doyacağını düşünmezsin. Bir doyarsan, tekrar acıkacağını düşünmezsin. Böyle olduğun için seni beslemiş olan hakanının

(K 7) sözlerini dikkate almayıp her yöne gittin. Oralarda tamamen yok oldun, tükendin. Geride kalanlarınız yarı ölü yarı diri her yere gidiyordunuz. Tanrı lütfettiği için, benim de talihim olduğu için kağan olarak tahta çıktım. Tahta çıktıktan sonra yoksul ve fakir olan halkı tümüyle bir araya getirdim. Yoksul halkı zengin ettim, az olan halkı çoğalttım. Acaba bu

(K 8) sözümde yalan var mı? Türk beyleri, halkı bunu dinleyin: Türk halkını derleyip ülke kuracağınızı buraya kazıdım, hata edip öleceğinizi de buraya kazıdım. Söyleyecek ne sözüm varsa bengi taşa kazıdım. Buna bakarak anlayın. Şu anki Türk halkı, beyleri, halihazırdaki beyler, sizler mi yanılacaksınız? Babam

(K 9) hakan ve amcam hakan tahta çıktıklarında dört yöndeki halkı nasıl düzenlemiş, nasıl hizaya sokmuşlarsa, tanrının lütfuyla ben kendim tahta çıktığımda da dört yöndeki halkı aynı şekilde düzenledim, hizaya soktum. … … .. Ben Türgeşlerin hakanına kızımı… Pek büyük bir törenle aldım. Türgeş hakanının

(K 10) kızını pek büyük bir törenle oğluma aldım. … … … Pek büyük bir törenle aldım. Dört yöndeki halkı hep ele geçirmiş, teba haline getirmiş, mağrurları kendisine secde ettirmiş, güçlülere önünde diz çöktürmüş. Yukarıda mavi gök, aşağıda kara toprak lütfettiği için

(K 11) halkımı gözüyle görmediği, kulağıyla işitmediği, doğuda güneşin doğduğu, güneyde aydınlığın ortasına, batıda güneşin battığı, kuzeyde ise karanlığın ortasına kadar yerleştirdim. Çil çil altınları, apak gümüşleri, kenarlı ipekleri, misk kokulu ipeklileri, has atları, aygırları, kara samur ve

(K 12) boz sincap derilerini hakanlık halkım için, kavmim için kazandım, elde ettim. ... ... Dertsiz hale getirdim. Yukarıda Tanrının güçlü... ... On bin... ... ... Halkı

(K 13) besleyin, onlara eziyet, sıkıntı vermeyin. Türk Beyleri, hakanlık halkımı... Ad verdim... ... ... kazanıp... ... ... Bu hakanınızdan, bu beylerinizden, bu topraklarınızdan, memleketinizden ayrılmazsanız, Türk halkı

(K 14) ... İyilik bulacak, çadırına gireceksin, sıkıntı çekmeyeceksin. ... ... daha sonra Çin hakanından sanatçı, her şey getirttim, Çin hakanı benim sözümü kırmadı, sarayındaki has sanatçısını yolladı. Ona muazzam bir anıtkabir yaptırdım. İçini dışını muhteşem şekilde süslettim, taşlar yonturttum, taşlara kazıttım, aklımdaki sözleri yazdırttım. ...

(15) On Okların oğullarına, yabancılarına varıncaya kadar bunu görüp anlayın. Bengi taş kazıttım, ulaşılabilir yerde ise, böylesi ulaşılabilir bir yerde kazıttım, yazdırdım. Buna bakıp böylece öğrenin. O taştan anıtkabri diktirdim, kazıttım ... ...

Doğu Yüzü

(D 1) İlahî göğün yarattığı Türk Bilge Kağan, sözüm: babam Türk Bilge Kağan ... ... .. Altı Sir, Tokuz Oğuz, keçe ? çadırlı beyleri, halkı ... ... Türk Tanrısı ... ...

(D 2) üstüne hakan olarak tahta çıktım. Tahta çıktığımda ölecekmiş gibi düşünceli olan Türk beyleri, halkı sevinip kıvanıp yere bakan gözlerini yukarı kaldırdı. Böylesi bir vakitte ben kendim tahta çıkıp bunca önemli yasayı, dört taraftaki halkı yoluna koydum, düzene soktum.

(BK Doğu 2’nin sonundan Doğu 24’ün başına kadarki satırlar KT Doğu 1-30 ile ortaktır, oraya bakınız.)

(D 24) Az olan halkı çoğalttım. Kudretli ülkesi kudretli hakanı olandan daha iyi bir hale getirdim. Dört taraftaki halkı alıp kendime bağladım. Türklerin düşmanlarını yok ettim. Onların hepsi bana bağlandılar. On yedi yaşımda Tangutlara sefer ettim. Tangut halkının düzenini bozdum, evlatlarını, haremini, sürülerini, mallarını orada aldım. 18) yaşımda Altı Çuv Soğutlara Soğutlara

(D 25) karşı sefer ettim, halkını orada bozguna uğrattım, Çinli askerî vali Ong elli bin askerle geldi, Iduk Baş’ta savaştım. O orduyu orada yok ettim. Yirmi bir yaşımdayken Basmıl Iduk Kut üzerine, ki benim halkım ve boyumdu, “kervan göndermiyor” diyerek sefer ettim. … …, bağladım, vergiye … …. çevirip getirdim. Yirmi iki yaşımda Çinlilere

(D 26) karşı sefer ettim. General Çaça ve emrindeki seksen binlik ordusuyla savaştım. Askerlerini orada öldürdüm. Yirmi altı yaşımdayken Çik halkı Kırgızlarla düşman oldu. Kem’i geçip Çik’lere karşı sefer ettim. Örpen’de savaştım. Askerlerini mızrakladım. Az halkını ele geçirdim. … … bağladım.Yirmi yedi yaşımda Kırgızlara karşı sefer ettim. Mızrak batımı batımı

(D 27) karı söküp Kögmen dağlarını aşarak ilerleyip yaya olarak Kırgız halkını uykuda baskına uğrattım. Hakanları ile Songa dağlarında çarpıştım. Hakanlarını öldürdüm, ülkelerini orada aldım. O yıl içerisinde Türgeşlere karşı Altay dağlarını aşıp Ertiş nehrini geçerek yürüdüm. Türgeş halkını uykuda baskına uğrattım. Türgeş hakanının ordusu ateş gibi, şimşek gibi geldi.

(D 28) Bolçuda çarpıştık. Hakanını, Yavgusunu, Şadını orada öldürdüm, ülkelerini orada aldım. Otuz yaşımda Beş Balık’a doğru sefer ettim. Altı defa sefer ettim. … … ordusunu tamamen yok ettim. Oradan içeride kalan ne kadar insan, … … yok olacaktı. … … davet etmeye geldi. Beş Balık bu sebeple kurtuldu. Otuz

(D 29) bir yaşımdayken Karluk halkı refah içerisinde bağımsız hareket eder hale geldi ve bize düşman oldu. Tamag Iduk Baş’ta savaştık. Karluk halkını öldürdüm, kalanlarını orada teslim aldım, … …. Basmılların avam halkı …, Karluk halkı toplanıp geldiler …, öldürdüm. Tokuz Oğuzlar benim kendi halkımdı. Gökle yer rasında kargaşa çıktığı için, gönüllerine

(D 30) hasetlik düştüğü için düşman oldular. Bir yılda dört kez savaştım. İlk önce Togu şehrinde savaştım. Togla nehrini yüzerek geçip ordusu … … ikinci olarak Argu’da savaştım. Askerlerini mızrakladım, ülkesini fethettim. Üçüncü olarak Çuş Başı’nda savaştım. Türk halkı sarsıldı, kötü

(D 31) olacaktı. Kurtulup dağılıp gelen askerlerini kaçırttım. Ölecek olanların çoğu orada dirildi. Orada Tongralardan bir kahraman grubunu Tonga Tegin’in mateminde  çevirip dövdüm. Dördüncü olarak Ezgenti Kadız’da savaştım. Askerlerini orada mızrakladım, perişan ettim. ... ... Amgı kalesinde kışlarken kıtlık başgösterdi. İlkbaharda

(D 32) Oğuzlara karşı sefer ettim. Askerlerin ilki sefere çıkmıştı, ikincisi ise karargahtaydı. Üç Oğuz askerleri baskın yaptı. “Yaya olanları perişan oldu” diyerek teslim almak amacıyla geldiler. Askerlerinin yarısı evi barkı yağmalamaya, yarısı da savaşmaya gelmişti. Bizim sayımız azdı. Perişandık. Oğuz ... ... ... düşman ... ... Tanrı güç verdiği için orada mızrakladım,

(D 33) dağıttım. Tanrı buyurduğu için, kazandığım için, muhakkak ki Türk halkı böylelikle kazanmış oldu. Ben küçük kardeşimle birlikte bu şekilde başa geçip kazabnmasaydım Türk halkı ölecek, yok olacaktı. Türk beyleri, halkı işte böyle aklınıza koyun, böyle bilin. Oğuz halkı ... ... .. göndermeyeyim diye sefer ettim.

(D 34) Evini barkını yıktım, Oğuz halkı Tokuz Tatar ile bir araya gelip toplandı,  Agu’da iki büyük savaş yaptım. Ordusunu bozguna uğrattım. Ülkesini orada teslim aldım. Bu şekilde kazanıp ... ... Tanrı lütfettiği için ben otuz üç yaşımda ... ... ... ...

(D 35) beslemiş olan kahraman hakanına karşı hata ettin. Yukarıda Tanrının, kutsal yer-su ruhlarının, amcam hakanın ruhunun bunu uygun görmediği besbelli.  Tokuz Oğuz halkı memleketini bırakıp Çin’e göç etti. Çin ... ... ... buraya  geldi, besleyeyim” diye düşündüm. ... ... ... halk ... ... ...

(D 36) yoldan çıktı ... ... ... güneyde, Çin topraklarında adı sanı yok olup gitti. Bu yerde bana kul oldu. Ben kendim hakan olup tahta çıktığım için Türk halkına ... ... ... etmedim, ülkeyi, kanunları en iyi şekilde düzenledim. Kutsal ... ... toplanıp ... ...

(D 37) orada savaştım. Askerlerini mızrakladım. Teslim olan teslim oldu, halkım oldu, ölenler öldü. Selenge boyunca aşağı doğru ilerleyip Karagan geçidinde evini barkını orada bozdum, ... ... dağlarına tırmandı.Uygurların Eltever’i yüz kadar askerle doğuya doğru kaçıp gitti. ... ...

(D 38) ... ... Türk halkı açtı. O sürüyü alıp besledim. Otuz dört yaşımdayken Oğuzlar kaçıp Çin’e sığındılar. Hayıflanıp sefer ettim. Kıskançlıktan ... ...çocuklarını, kadınlarını orada teslim aldım. İki Elteverli halk ... ...

(D 39) ... ... Tatavı halkı Çin hakanına bağlıydı. “Onlardan elçi, iyi sözler, dilekler gelmiyor” diyerek ilkbaharla beraber onlara sefer ettim. O halkı orada perişan ettim. Sürülerini, mallarını orada aldım. ... Askerleri derlenip toparlanıp geri geldi. Kadırkan dağlarında yerleş... ...

(D 40) ... ... topraklarına yerleşti. “Güneyde Karluk halkına katşı sefer et!” diyerek Tudun Yamtar’ı yolladım, gitti. ... ... Karlukların Elteveri yok olmuş, küçük kardeşi de bir kaleye kaçıp gitmişti ... ...

(D 41) ... ... “Kervanları gelmedi, şunları bir korkutayım” deyip sefet ettim. Muahfızları iki-üç kişiyle kaçıp gitti. Avam halkı “Hakanım geldi” deyip sevinip mutlu oldu. ... ... unvan verdim. Unvanı aşağıda olanın ... ...

 

Güney - Doğu Yüzü

(G-D) ... ... Kök Öng’ü yoğuru askerleri yürütüp geceli gündüzlü yedi gün boyunca susuz olarak geçtim. Çorak topraklara varınca öncü birlikleri ... ... Keçen’ e kadar ... ....

Güney Yüzü

(G 1) ... ... Çin’in süvari birliklerinin on yedi binden fazla askeri askeri ilk gün öldürdüm. İkinci gün piyade askerlerden çok sayıda öldürdüm. ... ...

(G 2) ... ... defa sefer ettim. Otuz sekiz yaşımda, kıi mevsiminde Kıtanylara sefer ettim. ... ... otuz dokuz yaşımda ilkbaharda Tatavılara karşı sefer ettim. ... ...

(G 3) Ben ... ... öldürdüm, evlatlarını, kadınlarını, sürülerini, malını aldım ... ...

(G 4) halkını ... kadınlarını yok ettim ... ... ... (G 5) yürüyüp ... ... ... (G 6) savaştım ... ... ...

(G 7) verdim. Kahraman askerlerini öldürüp balbal dikiverdim. Elli yaşımdayken Tatavı  halkı Kıtany’dan ayrıldı, ... ... Töngker dağına ... ...

(G 8) General Ku’nun komutanlığında kırk bin asker geldi. Töngker dağında hücum edip vurdum. Çinlilerin Otuz bin askerini öldürdüm. Bir ... ... ... boyun eğdirdim. Tatavı ... ...

(G 9) öldürdü. Büyük oğlum hastalanıp vefat edince General Ku’yu balbal dikiverdim. Ben on dokuz yıl şad olarak görevde kaldım. Devleti yönettim. Otuz bir yaşımda

(G 10) tebam, halkım için daha iyisini elde ettim. /Buradan sonrası Bilge Kağan’ın oğlu Tengri Kağan’ın ağzından anlatılır/ Bu kadar şeyi temin edip babam hakan köpek yılında, onuncu ay, yirmi altıncı gün vefat etti (25 Kasım 734). Domuz yılının beşinci ayında yirmi yedisinde cenaze törenini yaptırdım (22 Haziran 735). Bukug Totok ... ..

(G 11) babası Büyük General Lisün’ün komuta ettiği beş yüz asker geldi. Kokılık ... ... altın ve gümüşü gereğinden fazlasıyla getirdi. Cenaze için tütsü getirip dikti. Sandal ağacı getirip kendisi ... ... cenaze töreni sırasında

(G 12) bunca insan saçını, kulağını kesti, kendi şahsi atlarını, kara samur, boz sincap derilerini sayısız getirip hepsini hediye ettiler.

(G 13) İlahî göğün yarattığı Türk Bilge Kağan, sözüm: “Babam Türk Bilge Kağan tahta çıktığında şu an buradaki Beyler, Şadapıt Beyler, doğuda Tölis Beyleri, Apa tarkan

(G 14) başta olmak üzere bunlara ilaveten Şadapıt Beyler, bu ... ... Taman Tarkan, Tunyukuk, Buyla Baga Tarkan ve ayrıca komutanlar, ... ... saray komutanları, Sevig Kül Erkin başta olmak üzere buna ilave komutanlar, bu kadar bey babam hakana pek çok

(G 15) saygıda ? bulundular, Türk Beyleri ve halkı fazlasıyla saygıda bulundular, övdüler. ... ... Babam hakan için ağır taşları, kalın ağaçları Türk Beyleri ve halkı hazırlayıp, düzenleyip getirdiler. Kendimde bu kadar ... ...

Güney-Batı Yüzü

(G-B) ... Bilge Kağan yazıtını ben Yollug Tegin kazıyıp yazdım. Bunca kabir binasını, süslemeyi, sanat içini … … hakanın yeğeni Yollug Tegin ben bir aydan dört gün fazlasıyla oturup kazıyarak yazdım, süslettim, yaptım.

Batı Yüzü

 (B 1) ... ... ... ... (B 2) Bilge Kağan vefat etti. (B 3) İlkbahar geldiğinde yukarıda gökyüzü B 4) davullarının gümbürdercesine, tıpkı öyle, (B 5) dağlarda geyikler böğürdüğü vakitki olduğu gibi, işte böyle (B 6) düşünürüm. Babam hakanın anıt (B 7) taşını ben kendim hakan... ....

 

Kaynak:orhunyazıtları.com

Orhun Anıtları Abecesi

Türk Runik Yazısının Okuma Kuralları Hakkında

Tarihte Türklerin kullandığı ilk abece, aynı zamanda buluş ve geliştirmesi bütünüyle Türklere ait olan tek öz ulusal abecemiz de olması niteliğiyle, Türk runik abecesidir. Her ne denli bizde bu abecenin genellikle “Göktürk abecesi” adıyla anılması yeğleniyorsa da, yalnızca Göktürkler tarafından değil fakat Asya içlerinden Kafkaslara, Doğu Avrupa’ya dek çok geniş bir coğrafyada Hazarlar, (Eski) Bulgarlar, Avarlar, Sekeller, vb. gibi çeşitli Türk toplululuklarınca da bu abecenin aynı kökten gelişmiş çeşitli değişkeleri kullanılmış olduğundan, bunu, kapsayıcı bir terim olarak “Türk runik abecesi” adıyla anmanın daha uygun ve doyurucu olduğu kanısındayım. “Runik” sözcüğü köken olarak, İskandinavyalıların, eski İskandinav yazıtlarının yazımında kullanılmış olan abeceyi nitelemek için kullandıkları bir sözcük olmakla birlikte, Göktürk yazıtlarını ilk olarak inceleyen ve çözmeyi başaran Batılı bilim insanlarınca, eski İskandinav yazısıyla tarihi Türk yazısı arasındaki yakın benzerliklerden ötürü, Göktürk  yazısı için de “Türk runik yazısı” biçiminde bir niteleme olarak kullanılmış ve yaygınlık kazanmıştır. Türk runik yazısının en gelişmiş ve düzenli biçimiyle, hepsi de birer resmi devlet belgesi niteliğinde olan Orhun yazıtlarında (Bilge Kağan, Kül Tigin ve Tunyukuk yazıtları) karşılaşılır. Tunyukuk yazıtında her biri birer kez kullanılmış olan iki hece imiyle birlikte (aş ve baş olarak okunan hece imleri), Orhun yazıtlarında kullanılmış olan runik abecedeki harf çeşitlerinin sayısı 40’tır. Ancak, çoğunluğu mezar taşı yazıtları olmak üzere, daha kişisel (ve “daha az düzenli”) yazıtlardan oluşan Yenisey yazıtlarında geçen sekiz tane daha, farklı runik imle birlikte, Orhun-Yenisey abecesindeki harf çeşitlerinin sayısı 48’i bulmaktadır. Buna, Doğu Türkistan’da bulunmuş runik harfli elyazmalarında geçen ve Up (up/üp) ve ot olarak okunan iki runik im daha katıldığında, bu sayı 50’ye ulaşmaktadır. Ancak, Talas tahta çubuk yazıtı gibi kimi başka yazıtlarda geçen farklı runik imler de eklenecek olursa, Türk runik abecesinin harf çeşidi sayısının daha da artırılması olanaklıdır.

        Bugün iyi bilinen ses değerleri ve mantıklı yazım ve okuma kurallarıyla Eski Türkçenin yazımı için güçlü bir araç olmuş olan Türk runik yazısı, en geç MS. 10. yüzyıldan başlayarak yerini yabancı kökenli başka abecelere bırakmadan önce, çeşitli Türk boylarınca yüzyıllarca Türkçenin  yazımı için kullanılmıştır. Türk runik yazısı kural olarak sağdan sola doğru yazılır. Ancak bu genel bir kural olup mutlak bir kural değildir. Nitekim, Yenisey yazıtlarının, az sayıda da olsa, bir bölümü soldan sağa doğru yazılmıştır. Fakat bu durumda “yönlü” harfler de soldan sağa doğru bakacak biçimde yazılmışlardır. Türk runik abecesi ünlü imleri bakımından pek zengin olmamakla birlikte, bütünüyle Eski Türkçenin ses özelliklerine uygun biçimde tasarımlanmış olduğundan, Eski Türkçenin iyi bilinmesi koşuluyla, bu durum okumada hemen hiç bir sorun yaratmaz. Eski Türkçedeki dokuz (kısa) ünlü [a, ä (açık e), ė (kapalı e), ı, i, o, ö, u ve ü] için Orhun yazıtlarında, her biri ses açısından ikideğerli olan (a/e, ı/i, o/u, ö/ü) yalnızca dört harf kullanılmıştır. Yenisey yazıtlarındaysa, bu dört harfe ek olarak “açık e” ve “kapalı e” için iki farklı im daha bulunmaktadır. Türkçedeki ünlü uyumu ve runik abecedeki çifte (kalın ve ince) ünsüz imleri dizgesi nedeniyle /a/ ve /e/ ünlüleri ile /ı/ ve /i/ ünlülerinin yanlış okunması sözkonusu olmaz. Fakat (kalın sözcüklerde) yuvarlak /o/ ve /u/ ünlüleri ile (ince sözcüklerde) /ö/ ve /ü/ ünlülerini runik yazıda birbirinden ayırt etme olanağı yoktur. İçinde yuvarlak ünlü(ler) bulunan sözcükleri doğru okuyabilmek için Eski Türkçenin yuvarlak ünlülü sözcüklerini önceden biliyor olmak ve yazıtın bağlamı, içeriği ve anlamına ilişkin doğru bir kavrayışla birlikte, doğru sözcüğün hangisi olduğunu kestirmek gerekir.

        Türk runik abecesinde, b, d, g, k, l, n, r, s, t ve y ünsüzleri olmak üzere, on ünsüz için biri kalın sesli, öbürü de ince sesli olmak üzere ikişer farklı ünsüz imi bulunur. Bunlar /a/ ya da /e/ ünlüsü ile başlayıp ilgili ünsüzle sona eren hece imleri gibidir: /ab/, /eb/; /ad/ /ed/; /ag/, /eg/; /ak/ /ek/; /al/, /el/; /an/, /en/; /ar/, /er/; /as/, /es/; /at/, /et/ ve /ay/, /ey/. Hece imlerinden ayrımı, bunların yalnız ilgili ünsüz değerinde de kullanılabilir olmalarıdır. Örnek vermek gerekirse: B1I > ab-ı “(onun) avı”, fakat, B1G1I > b-ag-ı “(onun) bağı”; B2I > äb-i “(onun) evi”, fakat, B2G2I > b-äg-i “(onun) beyi”, vbg.

        ç, m, ñ (ny), ŋ (ng, geniz n’si), p, ş ve z ünsüzleri içinse Türk runik abecesinde yalnızca tek çeşit im vardır ve bunlar ünlü bakımından yansızdır, yani, yine /a/ ya da /e/ ünlüleri ile başlayıp ilgili ünsüzle sona eren ve yerine göre yalnız ilgili ünsüz değerinde de kullanılabilmek üzere, aç/eç/ç, ap/ep/p, vb. gibi. Dolayısıyla bu imler hem kalın sesli hem de ince sesli sözcüklerin yazılmasında ayrım gözetmeden kullanılabilirler.

        Türk runik abecesindeki ünsüz imleri /a/ ve /e/ ünlüleri ile başlayıp ilgili ünsüzle sona eren yarı hece imi konumunda oldukları için sözcükbaşı ve sözcükiçi /a/ ve /e/ ünlüleri yazımda hemen hiçbir zaman gösterilmezler. Gerçekten de, Türk  runik yazısının mantığı uyarınca buna gerek de yoktur. Yukarıdaki ünsüz imlerinden ayrı olarak abecede, /lt/, /nç/ ve /nt/ olmak üzere, üç tane de çift ünsüz imi bulunur. Bunların okunuş ve kullanımları da yukarıda öteki ünsüz imleri için olan gibidir (anç/enç/nç, vbg.). Bunlardan başka, yuvarlak ünlülerle kurulu heceleri gösteren, ses açısından dörtdeğerli iki im ile, düz dar ünlülerle kurulu heceleri gösteren, ses açısından ikideğerli iki im olmak üzere, dört hece imi daha bulunmaktadır: wK (ok/uk, ko/ku), ẅK (ök/ük, kö/kü), ıK (ık/kı) ve iÇ (iç/çi). Son olarak, yukarıdakiler dışında, Türk runik abecesi, aş, baş, çi, däm, kış, Up (up/üp), ot biçimlerinde okunan bir dizi hece imini daha barındırmaktadır.

 

Dr. Cengiz Saltaoğlu

Kaynak: www.esatli.net

 

Yararlanılan başvuru kaynakları:

Orhon Türkçesi Grameri (Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 9, İstanbul, 2003, Talat Tekin)

Tarih Boyunca Türkçenin Yazımı (Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 19, Ankara, 1997, Talat Tekin)

 

 

ÇEPNİ KİMDİR ?

Anadolu nun Türkleşmesindeki Önemi

cepni_damgasi cepni_tamgas_2 cepni_damgas_3

Anadolu’nun bir Türk vatanı olmasında çok önemli rol oynadıkları tarih otoriteleri tarafından kabul edilen Çepnilerin Anadolu’daki varlıkları on ikinci yüzyıla kadar gitmektedir.

Çepnilerin Anadolu’ya nasıl geldikleri, nerelere yerleştikleri, nasıl yayıldıkları hakkında ise ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. Onikinci ve onüçüncü yüzyıllara ait belgeler daha çok Çepni varlığından ve onun menşeinden söz etmekte, daha sonraki yüzyıllarda ve özellikle on altıncı yüzyıldan itibaren tutulmaya başlanan Osmanlı tahrir defterlerinden elde edilen bilgiler, Çepnilerin Anadolu’nun iskânında ve Türkleşmesinde oynadıkları büyük rolü ortaya çıkarmaktadır.

Bu çalışmada önce kronolojik bir sıra takip edilerek kaynaklardan Çepni adı ve menşei ile ilgili bilgiler verilecek, daha sonra Anadolu’daki Çepni yerleşim yerleri tanıtılacak ve Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde oynadıkları önemli rol anlatılacaktır.

Çepnilerin Menşei ve Çepni Adının Manası

Çepnilerden söz eden bütün kaynaklar, onların Oğuz Türklerinin bir boyu olduğunda görüş birliği içindedirler.

Çepnilerden söz eden en eski yazılı kaynak Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072-1076 yılları arasında yazılan Divanü Lûgati’t Türk’tür. Türk dili, tarihi ve kültürü yönünden çok zengin bir hazine olan bu eserde Kaşgarlı Mahmud, Oğuz boyları hakkında da bilgi verirken, Oğuzların yirmi iki bölük olduğunu, her bölüğün ayrı bir belgesi ve hayvanlarına vurulan bir alâmeti olduğunu belirttikten sonra birinci boy olan Kınık’tan başlayarak tek tek bütün bölükleri tanıtır. Çepni boyu, Kaşgarlı’nın yirmi iki bölüğe ayırdığı Oğuzların yirmi birincisidir.

kaskarlideki_oguz_boylari

Çepni adının geçtiği ikinci yazılı kaynak ondördüncü yüzyıla aittir. Reşidüddin Fazlullah’ın 1310 tarihinde yazdığı Câmi’üt Tevahir’in ikinci cildinde Tarih-i Oğuzân ve Türkân (Oğuzların ve Türklerin Tarihi) adıyla Oğuz Destanı nakledilir. Bu destanda, Oğuz’un daha yaşarken Bozoklar ve Üçoklar diye ikiye ayırdığı. Altı oğlundan yirmidört torununun olduğu. Oğuz’un vefatından sonra onun yerine Kün Han geçtiği. Oğuz’un çok değer verdiği bilge bir kişi olan Irkıl Hoca’nın, devletin devamlılığının sağlanması, ileride herhangi bir kargaşaya meydan verilmemesi için bu yirmi dört oğula birer lâkap ve birer ongun ve hayvanlarına vurmaları için de birer tamga tespit edilmesinin gerekli olduğunu Kün Han’a söylediği. Onun da bu fikri kabul ederek bu işi yapmak üzere lrkıl Hoca’ yı görevlendirdiği. Irkıl Hoca’nın da yirmi dört evladın her birine birer lâkap, birer tamga ve birer ongun tespit ettiği anlatılır.

resic_ud_dine_gore_oguz_boylari

Bu kaynağa göre Çepni, Üç Oklar’ın en büyüğü olan Kök Han’ın dördüncü oğludur. İlk kez bu eserde Çepni’nin manası üzerinde durulmuş ve Çepni, “Nerede düşman görse durmayıp savaşan (Kandaki yağı göre, derhal savaşır ve çapar. Bahadır) şeklinde tanıtılmıştır.

Ongununun “Sunkur: Umay”, Ülüşü (şölenlerdeki et payı) nün, Sol karı yağrın, sol yanbaş olduğu belirtilmiş ve damgası verilmiştir.

XIV. yüzyılda Çepni adı, Ebû Hayyân’ın, Kitabul-Idrâk li-Lisanil Etrâk adlı eserinde “Çepni-kabîletün minet-Türk” şeklinde geçer. Eserde, Türk boylarından sadece Kınıklarla Çepnilerden söz edilmektedir. Bu bilgi XIV. yüzyılda Çepnilerin sadece Anadolu’da değil, Mısır’da bile tanındığını göstermesi bakımından çok önemlidir.

XV. yüzyılda Yazıcıoğlu Ali, Reşüdüddin’den bazı değişiklikler yaparak Türkçe’ye çevirdiği ve “Tarih-i Âl-i Selçuk” adlı eserinin baş tarafına aldığı Oğuznâme’de Çepniler Eserin “Oğuz Han’ın Torunlarının Adlarının Manası ve Damgalan ve Kuşlarının Zikri” adlı bölümde Oğuz’un yirmi dört torununun adları, adlarının anlamları, damgaları ve kuşları belirtilmiştir. Bu kaynakta Çepni, Oğuz’un on altıncı torunu olarak gösterilmiş, Çepni’nin anlamının “cesur”, kuşunun “devlet kuşu (hümay) olduğu belirtildikten sonra, damgasının şekli verilmiştir.

yazc-oglunda_oguz_boylari

On yedinci yüzyılda Katip Çelebi, Cihannûma adlı coğrafya kitabında Çepnilerden söz ederken dillerinin Türkçe-Farsça karışık bir şey olduğunu söyler.

Gyula Nemeth “Çepni” adının Kırgızca çep (=kalkan) ve Türkçe çeper (=duvar, çit, parmaklık) kelimeleriyle ilgili olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre Çepni adı kök bakımından “koruyucu (birlik)” ve özellikle “sınır koruyucu (birlik)” anlamına gelmektedir.

Çepni adındaki -ni eki Beçenek-Beçene-beçe adlarında gördüğümüz -ne, -na, -ne, -ni, -nu, -nü ekiyle birleştirilebilir. Aynı eke Çağatayca tuzni (= buzağı) kelimesinde de rastlanmaktadır.

Kafesoğlu da “Eski Türk boylarının adları boyun siyasi ve sosyal hususiyetlerini meydana koymaktadır.” dedikten sonra Çepni’yi, askeri teşkilat ve unvanlarla ilgili olan Çor, Yula, Kapan, Külbey, Yabuka, Yeney, Taryan, Iğdir, Buka, Tarduş vb. isimlerle birlikte bu gruba dahil etmekte ve Çepni adının askeri ve siyasi özellik taşıdığını belirtmektedir.

Geybullaev de Azerbaycan’ın Şamaha bölgesinde Çepni kelimesiyle bağlantılı 17 yer adı bulunduğu bildiriyor. Bunlardan Çepli, Cabani, Çapni şeklinde olanlar Zangezur ve Kuba bölgelerindedir. Kazak şehrinin Daşsalahlı Bölgesinde Çepli adlı bir yer bulunmaktadır.

Soltanşah Ataniyazov, Şecere adlı eserinde Kaşgarlı, Reşidededin, Yazıcıoğlu ve Ebülgazi’den, bizim de yukarıya aldığımız bilgileri aktardıktan ve bunlara Salar Baba’nın görüşlerini ekledikten sonra Çepni kelimesinin etimolojisi üzerinde durur ve bu bilim adamlarının güzel fikirlerini inkâr etmediğini, ama, Çepni adının eski Türk sözü olan ve “küçük grup”, “sürü” anlamındaki “çep”, “çöp” sözünden türediğini de bilmemiz gerektiğini söyler. Daha sonra Çepnilerin tarihi hakkında kısaca bilgi vererek, Selçuklular döneminde (ll.YY.) bunların büyük bir bölümünün İran’a, Türkiye’ye Kafkasya’ya ve Irak’a geçtiklerini, Türkmenistan’da Alili, Ata. Göklen, Hatap ve Hıdırili boylarıyla Çepbe, Çovdur ve Ersarıların Çepek, Burkazların Çepbece diyen aşiretlerinin kadim Cepnilerle aynı kökten gelmelerinin mümkün olduğunu belirtir.

Çepnilerin Anadolu’ya Yerleşmeleri

Buraya kadar verilen bilgiler bize Çepni boyunun, XII. Yüzyıldan bu yana Anadolu, İran, Azarbeycan ve Mısır’ı içine alan çok geniş bir coğrafyada tanındığını göstermektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, Çepnilerin Anadolu’ya ne zaman geldikleri, nerelere ve nasıl yerleştikleri hakkında yeterli bilgiye henüz sahip olamamakla birlikte. Faruk Sümer’in, ulaşabildiğimiz diğer araştırmacılar tarafından da kabul gören “Türkiye tarihinin yerli kaynaklarında adı ilk önce ortaya atılan Oğuz boyu muhtemelen Çepnilerdir” şeklindeki görüşü Anadolu’ya ayak basan ilk Türk boyu veya ilk boylardan birisinin de Çepniler olduğunu ortaya koymaktadır.

Çepnilerin Doğu Karadeniz Bölgesinin Türkleştirilmesindeki Rolleri

Selçuklu Devleti’nin 1040 yılında Horasan’da kurulması ve daha sonra Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan’ın 1071 yılında Malazgirt savaşını kazanmasından sonra Anadolu kapıları Türklere açılmış ve batıya doğru göç eden Türkler Anadolu’da yurt edinmeye başlamışlardır. Yerleştikleri her yere Türkçe ad veren bu Türkmen boyları en yoğun olarak, Antalya-Denizli-Isparta Bölgesi (200.000 çadır), Kütahya-Eskişehir Bölgesi (30.000 çadır), Kastamonu Bölgesi (100.000 çadır), İçel Bölgesi, Malatya-Maraş Bölgesi, Kuzey Suriye, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yurt tutmuşlardır. Bizim konumuz olan Çepniler ise Sinop bölgesine yerleşmişlerdir. Tarihi kayıtlardan Karadeniz Çepnilerinin bu bölgeye ne zaman geldiklerini tam olarak öğrenememekle birlikte XIII. yüzyılda bu bölgeye hakim olduklarını ve Trabzon Rum Devleti hükümdarı Giorgi’yi mağlup edebilecek kadar da güçlü olduklarını biliyoruz.

Moğolların Anadolu’yu istilası ile ortaya çıkan bunalımdan istifade etmek isteyen Giorgi, Karadeniz ticareti için çok büyük önem taşıyan bir limana sahip olan Sinop’u almak istemiş ve bir donanma ile 1277’de Sinop’a saldırmışsa da, kendisini gemilerle denizde karşılayan (Türkân-ı Çepni) Çepni Türkleri tarafından mağlup edilerek geri püskürtülmüştür. Bu olayı Ibn Bibi, El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’I-Ala’iye (Selçuk Nâme) adlı eserinde şöyle anlatmaktadır: “O sırada Sinop tutgavulu (muhafız kuvvetleri komutanı) Taybuğa gelerek, “Canik hükümdarı (Caniti) asker ve cephane (zeredhane) dolu kadırgalarla Sinop’a saldırmak için geldi. Çepni Türkleri ile o diyarı korumak için görevlendirilmiş olan komutanlar (server) onlara karşı koyarak, onları ateş ve su arasında sıkıştırıp canlarına ve evlerine darbe indirdiler. Her tarafı yerle bir ettiler. Onları kahrederek her şeyden mahrum, mahzun ve ümitsiz bıraktılar.” dedi.”

Düzenli bir orduya karşı kazandıkları bu zafer, Çepnilerin o dönemde hem kalabalık hem de teşkilatlı bir topluluk olduklarının bir göstergesidir.

Bu çepnilerin Sinop bölgesine yerleştikleriyle ilgili her hangi bir delil yoktur ama, bu dönemle ilgili belgelerden Türklerin sürekli olarak doğuya doğru ilerledikleri anlaşılmaktadır.

Bryer’in verdiği bilgilere göre, Trabzon Rum imparatoru II. Jean (Yuannis) zamanında (1280-1297) Türkler Ünye (Halibia) yöresini fethetmişlerdir. Bu Türkler'in Sinop Çepnileri olmaları kuvvetle muhtemeldir.

Trabzon Rum imparatorluğunun saray tarihçisi Panaretos'a göre imparator Giorgi (1260-1280) hükümdarlığının 14. yılında yani 1280 yılında Toresion dağında Türkmenler'e tutsak düşmüştür. Panaretos, II.Jean'ın 1297 yılında öldüğünü, onun zamanında Türklerin Halibia (Ünye yöresi) yöresini ellerine geçirdiklerini söyledikten sonra Trabzon dolaylarına kadar uzanan büyük bir istilâ hareketlerinde bulunduklarını yazar. Öyle ki çok yerler gayr-i meskun bir duruma gelmiştir. Yukarıda da söylendiği gibi, bu Türkler veya onların çoğu büyük bir ihtimalle Çepniler ve başlarındakiler de Bayram Bey ailesidir.

İmparator II.Aleksios (1297 -1330) 1301 Eylül' ünde Giresun'a gelip oradaki Türk beylerinden Küçük Ağa (?)’yı ağır bir yenilgiye uğratmıştır.

Yine Panaretos da Bayram Bey'in bir pazarı ele geçirdiği bildiriliyor. Bu, Ordu vilayetini fetheden ve orada bir beylik kuran (Bayramlu beyliği) Bayram Bey' e dair ilk haberdir. Bu esnada batı ucundaki Türkmenler de geniş çapta fetihlere girişmişlerdi. Bayram Bey 1332 yılında da çok sayıda asker ile Hamsi Köy' e kadar gelmiş ise de ağır kayıplar vererek geri dönmüştür.

1355 yılında Haldia dükü Kabasisika harekete geçip Şiran'ı zaptettiği gibi, Suriyana kalesi de boşaltıldığı için Trabzon imparatorluğunun sınırları içine alınmıştı. Bundan çok memnun kalan imparator III.Aleksios elden çıkmış olan Şiran' a gelmiş, tahribatta bulunmuş ve orayı kuşatmış tutsak almış ise de dönerken az sayıda bir Türk'ün takip etmesi üzerine imparatorun kuvvetleri panik halinde kaçmışlar, birçok kimse öldürülmüş ve Haldia Dükü de tutsak alınmış, imparator ve bu hadiseleri yazan müverrih Panaretos güçlükle Trabzon' a gelebilmişlerdir. İmparatoru mağlup ve kaçmaya mecbur eden Türkler şüphesiz Çepnilerdir.

Ertesi yıl (1356) imparator ve müverrih Panaretos batıya giderek noeli Giresun'da geçirmişler ve Yasun Burnu'nda ''Epifani'' kutlanmış ve orada 18 Türk öldürüldükten sonra geriye dönülmüştü. Ertesi yıl (1357) Bayram Beğ'in oğlu Hacı Emir Beğ kalabalık bir asker ile Maçka yöresine kadar gelerek orayı yağma ve talan ettikten sonra geri dönmüştür.

Bu ilerleme sırasında Çepnilerin Ordu bölgesine yerleştikleri ve Bayram Bey’in idaresinde bir beylik kurdukları sanılmaktadır.

İmparator III Aleksios, 1380’de Tirebolu yöresine gelerek, Harşit çayının sağ kıyısına çok yakın yerde ve denize 5 km mesafede bulunan Bedroma kalesinden 600 kadar yayayı uzak yerlere göndermiştir. Yayanın kalabalık kısmı ve atlı askerler Harşit'in yukarı kısmına yürüyüp Çepniler'in kışlağına kadar gitmiş. Onların çadırlarını yıkmış, öldürmüş ve Çepniler'in elindeki tutsakları kurtardıktan sonra geri dönüp, Vakfıkebir' deki Büyük Liman' da birkaç gün kalmıştır. Daha önce gönderilen 600 kadar yaya askere gelince onlar, Kotzanta (Kürtün yöresi, Suma Kalesi) yöresine bir akın düzenleyip yıkmışlar ve adam öldürmüşler.

Dönüşte kendilerini kovalayan Türklerle de kıyıya varıncaya kadar dövüşmüşler ve bu yüzden Türkler'den birçokları ölmüştür. Onlardan 42 kişi ölmüş Türklerden ise erkek, kadın ve çocuk olmak üzere 100' den fazla insan hayatını kaybetmiştir.

Görüldüğü üzere imparator Çepniler' e karşı bir öç alma seferi düzenlemiş ve onların elindeki bazı tutsakları kurtarmıştır. Anlaşılacağı gibi Çepniler muhtemelen XIV. yüzyılda kuzeye doğru ilerleyerek Kürtün yöresine ve ona komşu yerlere gelip oraları kışlak yapmışlar, yazın da kuzeydeki yeşil dağlara çıkmışlardır. Ertesi yüzyılda kuzey ve kuzey batıya doğru ilerlemelerini sürdüreceklerdir.

Ordu bölgesini fethederek Bayramlı Beyliği’ni kuran Bayram Beyin torunu ve Hacı Emir Bey’in oğlu Süleyman Bey de 1397’lerde Giresun’u fethetmiştir. XV. Yüzyılın başlarında kuvvetli olan bu beyliğin ne zaman ve nasıl ortadan kalktığı bilinmemektedir.

Çepniler XIV. yüzyıldan itibaren bu yöreye gelip orayı yurt edinmişlerdir. Bu yurtları kuzey Karadeniz’e kadar ulaşmıştır. Çepniler, Kürtün’den hareket ederek Harşit vadisi yolu ile Karadeniz’e erişmişler ve bu vadinin iki yanındaki toprakları yurt edinmişlerdir.

Doğu Karadeniz bölgesine, yaylalardan, geçitlerden ve Harşit vadisinden inen Türkmenlerin olduğunu belirten Osman Turan da “Şarkî Karadeniz bölgesine yaylalardan, geçitlerden ve Harşit vadisinden inen Türkmenler mevcut olmakla beraber bu havali daha ziyade. Samsun’dan itibaren sahili takip eden Oğuz Çepni boyu tarafından Türkleştirilmiş; Canik bölgesine adını veren Hıristiyan Çan kavmi tedricen kaybolmuştur. Türkmenler 1302’de Giresun’a kadar ilerlemiş ve bir takım küçük beylikler kurmuşlardır.” demek suretiyle yukarıdaki görüşü paylaşmaktadır.

XIV. yüzyılın ilk yarısında Yukarı Kelkit vadisinde de kalabalık bir Çepni kümesinin yaşadığı ve bu Çepnilerin, 1348 yılında Erzincan hakimi Ahi Ayna Bey, Bayburt valisi Mehmed, Akkoyunlu Tur Ali Bey, Doğu Suriye Türkmen reislerinden Bozdoğan Bey’in Trabzon’a düzenledikleri sefere katıldıkları ve şehri üç gün kuşattıktan sonra alamayarak geri döndükleri görülmektedir.

1404 yılında Trabzon’dan Erzincan’a giden Ispanyol Elçisi Ruy Gonzales de Clavijo (Klaviyo) Zegan (Zıgana) kalesi ile buradan Erzincan Türk Beyliği arasındaki yerlerin “Kabasitan”lı derebeyler elinde olduğunu; “Çabanlı” (Çepni) Türkleri’nin bunlarla savaşıp yıldırdığını bildirmektedir.

Yine Klaviyo’nun “Bu dağların ve kalelerin hâkimi olan Kabasika, bize, nasıl yaşadığını anlatmağa başladı. Kendisi bu çıplak yerlerde ömür sürermiş. Bu havali şimdilik (Temür’ün korkusundan) sükûn içinde yaşamakta ise de, daima (Bayburt-Ovası batısında Sinür köyünde ocakları bulunan Bayındurlu/ Akkoyunlu ve Kelkit başları ile Kürtün bölgesi kuzeyinde ve Alucra’daki Çepnilü) Türklerin taarruzuna uğrarmış.” “ Ertesi (2 Mayıs) gün öğleden sonra yine Kabasika’ya ait bir kaleye vardık. Buradakiler de gelip bizden para aldılar (Zegana’dan beri dört yerde). Yolumuza devam ettik. Öğleden sonra bir vadiye vardık. Orada Çabanlı (Çepnilü ) Türklerine ait bir kale (Gümüşhane ile Kelkit ilçe merkezi arasında ve tam orta yerde <<Ulu Kal’a>> ) bulunduğunu anladık. Kabasika ve bu Türkler arasında harp vaziyeti devam ettiğinden, Kabasika’nın adamları bize bir müddet duraklamayı ihtar ederek keşfe çıktılar” şeklindeki açıklamalarından da anlaşılacağı gibi 1405 tarihinde Çepni nüfuz bölgesi Gümüşhane’ye kadar uzanmaktadır.

XIV. yüzyılın ortalarına doğru ise Çepnilerin kuzeye doğru ilerleyerek Harşit çayı çevresinde yurt tuttukları kışlaklarını yukarı Harşit’te kurmuş oldukları görülüyor. XV. yüzyıldaki Bizans müverrihlerinden Halkokondil Trabzon’un doğusundan Amasra’ya kadar bütün Karadeniz kıyılarında Çepnilerin oturduğunu bildiriyor.

Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461’de Trabzon alındıktan sonra Görele, Tirebolu, Bedreme ve Giresun kaleleri de fethedilerek Canik yolu ile Tokat’a ulaşılmıştır. Daha sonraki yıllarda da doğuda Gürcistan sınırındaki kalelerle Gümüşhane-Trabzon arasındaki Torul yöresi alınmış ve Trabzon’un fethi tamamlanmıştır.

Osmanlıların Trabzon’u fetihleriyle bölgedeki Türkleştirme hareketinin hız kazandığı muhakkaktır. Ayrıca, Osmanlılardan çok önce Kürtün-Dereli-Giresun-Tirebolu-Eynesil arasındaki kırsal kesime hakim olan Çepni beylerinin, fetihte Osmanlara yardım ettikleri, elde edilen başarılarda rol oynadıkları, fetihten sonra Osmanlı Devleti’nin bunların hemen hepsine zeamet ve tımar gibi dirlikler vererek onları hizmetine almasından anlaşılmaktadır. Ayrıca Çepni halkının büyük bir kısmı müsellem olarak hizmete alınmış, cami ve zaviyelerde görevlendirilerek vergiden muaf olmuşlardır. Halkın geri kalanının ekseriyeti de muafiñ (vergiden affolunmuşlar) sayılmıştır.

XV. yüzyılın ikinci yansında tamamen yerleşik hayata geçen Çepniler köylerde oturmaktadırlar. Bu bölgedeki köyler arasında hiçbir Hıristiyan köyü yoktur. Hıristiyanlar kıyılardaki Giresun, Tirebolu ve Görele kalelerinde yaşamaktadırlar. Bu yüzyılda köylerde oturan Çepnilerin darı ektikleri. Bal istihsal ettikleri, meyve yetiştirdikleri. Köylerin çoğunda doğan, şahin, atmaca yuvalarının bulunduğu. Palazlanan yavruların satılması suretiyle gelir elde edildiği ve bu gelirlerden devlete vergi ödendiği. İlk zamanlarda köylerde fazla koyun bulunmadığı, ancak sonraları birçok köyün koyun vergisi de ödediği. Otuz yıl kadar sonra buğday ekilmeğe başlandığı verilen bilgiler arasındadır.

XV1. yüzyılda bazı kaynaklarda Çepniler hakkında verilen malumat hiç de iç açıcı değildir. Trabzonlu coğrafyacı Mehmet Âşıkî “Menâzirü’l Avâlim” adlı eserinde Lazlar ve Çepniler hakkındaki görüşlerini şöyle belirtiyor:

“Trabzon’un canib-i cenûb-i şarkisi cibal-i Laz’dır. Cins-i Laz’ın Müslim ve Kâfiri, dağ canavarmdan bed-terdir. Hayif Trabzon gibi belde-i haseneye ki, kavm-i Laz’a makardır. Ve bir garib dahi budur ki, Trabzon’un canib-i şarki ve cenûbisi cibal-i Laz olduğu gibi, cânib-i garbi-i cenûbisi cibal-i Çepni’dir ki Etrak’dan kaba yaratılışlı ve kötü ahlaklı (Alevi), ve lûgatleri türki lûgatinin agrebidir. Ve suret-i ehl-i islâmda bir alay Râfızi-i bidindir.Cehele-i avâmı, Şâh-i Revafızı (Safili Kızılbaş Şâhlarını), haşa, Ulûhiyyetden dûn mertebe üzere itikaad etmez. Ve belde-i Tırabuzon, bu iki taraf-ı mezbele arasında cevher-i kıymet-var bir belde-i metini-i üstüvardır.

F. Kırzıoğlu aynı eserinde “Koyu Alevi-Kızılbaş olan Trabzon Çepnileri’ne Ardanuç ile Hınıs gibi Osmanlı-Iran serhaddine yakın kalelerde bile askerlik vazifesi verilmemesine dikkat edildiğini, İstanbul’dan gelen arzlardan öğreniyoruz” der.

Mahmut Goloğlu ise Trabzon Tarihi adlı eserinde. Laz-Çepni çatışmasının asıl sebebinin ayanlar olduğunu. 18. yüzyılın ilk yarısında şehir, kasaba ve köylerde halka baskı yaparak devlet otoritesini kıran ve derebeyi durumuna gelen. Birbirlerini çekemeyip aralarındaki yarışmayı silahlı çatışma derecesine çeviren âyanlardan bazılarının Trabzon bölgesinde bulunduğunu ve Trabzon’un doğusundaki bu tür âyanların Lazlara, batısındakilerin de Çepnilere dayandıklarını. Her ikisi de aynı boyun çocukları olan bu iki zümreyi birbirine karşı kullandıklarını belirtiyor ve bunun sona erdirilişini şöyle anlatıyor:

“Lazlarla Çepniler arasındaki geçimsizlik oldukça eski idi. Gerek Çepni, gerekse Laz ağaları bölgelerinde bağımsız gibi yaşarlardı. Onlardan yana olanlar da ağalarından başka devlet adamı ve ağa konaklarından başka hükümet dairesi tanımazlardı. Derebeylerinin özel askeri birlikleri bile vardı. Meselâ Tirebolu’daki bir derebeyi, silâhlı adamlarını Trabzon Hükümetinin gözü önünde şehirden geçirip Rize’de Tuzcuzade ya da Lazistan’da Pansazade ailelerine karşı savaşa götürürdü. Ve ağaların hükümet gözündeki değerleri, bu çatışmalardaki başarı derecelerine göre idi. Gücünü ispatlayan ağayı hükümet de kendine kazanmak ister ve ona meselâ (kapıcıbaşılık) gibi rütbe ve görevler verirdi. İşte Trabzon bu durumda iken, yaklaşık olarak 1738’de ( Çeteci Abdullah Paşa ) Trabzon Valiliğine getirildi. Trabzon’a gelir gelmez Laz-Çepni Mücadelesine el koydu ve kısa sürede taraflar arasındaki çatışmayı bastırdı.

Tirebolu’lu (Hüseyin Avni) Alparslan Trabzon Eli Laz mı? Türk mü? Adlı eserinin “Trabzon Tigresindeki Türkler Nice Türedi” adlı bölümünde Şakir Şevket’ in Trabzon Tarihi’nden şu bilgileri aktarıyor: “İkinci Mehmed Han Trabzon tigresini ülkesine kattıktan sonra ovadan yüzbin Çepni Türkü geldi, Tırabuzon tigresine yerleşti. Bu Çepniler, ilk önce Türkeli’nden (Türkistan’dan) Iran toprağına göçmüş! Kızılbaşlığı öğrenmiş! Bunlar, İran’da tekdurmamış! Uslu oturmamış!? Bundan ötürü Hanları, bunları elinde istememiş! Bunlar da, Anadolu’ya geçmiş!?

Anadolu’ya geçen Çepnilerden yüzbin kişi daha çoğu Giresun, Tirebolu, Görele, Büyükliman’da bulunmak üzere, Tırabuzon tigresine yerleşmiş!? Birtakımı da batıya doğru yürümiiş! Balıkesir, İzmir yanlarına yayılmış! İzmit’tekiler yerli Türklere karışmış, Çepnilikten çıkmış! Ancak Balıkesir, İzmir tigresindeki Çepniler, Çepniliklerini korumuş!?

Tırabuzon tigresinde, pek çok hoca yetişmiş derebeğleri Sünnî olmuş da, bunları gitgide sünnî yapmış, Kızılbaşlık kalmamış! böyle. Ancak Giresun’un, Tirebolu’nun, Görele’nin yüksek köylerinde, Kürtün’de bugün bile Kızılbaşlık göze çarparmış!?

Kürtün ‘in Şeyhli köylülerine ne türlü and versen, korkmaz ! Ancak: “Ahıl Baba, Pahıl Baba, Güvende Şeyhi, Vazalak Şeyh, Tur Eri, Horuz Evliyası ocağına güm güm dabanca sıksun mu!” der isen korkar, işin doğrusunu söyler imiş!!! İşte Kızılbaşlı izleri!”

Faruk Sümer’in konuya bakışı bunlardan farklıdır. O da, Çepniler ve diğer Türk boyları arasında Alevi olanların olabileceğini kabul eder. Hatta Kanuni’nin Nahcivan seferinden akçelik ve daha fazla gelir getiren dirliklerin kapı-kullarına verilmesinin kanun haline geldiğini. Bunun Türk sipahilerinin terakki imkânını ortadan kaldırdığını. Ancak kapı-kulları ve oğulları tarafından doldurulamayan dirliklerin verilmesinde Anadolu Çepnileri’nin diğer bütün kavmi unsurlara tercih edildiğini ve özellikle Laz, Tat, Sartlı gibi unsurların askeri hizmetlere kabul edilmediklerini, ayrıca Kızılbaş oldukları için Çepnilerin askere alınmalarının yasaklandığını ve evvelce alınmış olanların da çıkarılmasının emredildiğini kaydeder. Ama, bu Çepnilerin Trabzon Çepnileri olamayacağı kanaatindedir:

XVI. ve daha sonraki yüzyıllarda dahi gerek Çepniler arasında, gerek komşuları olan diğer Türkler arasında Alevî inancını taşıyanlar bulunabilir. Fakat Ömer, Osman Bekir isimleri, onlardan pek çoğunun Sünnî olduğuna asla şüphe bırakmıyor.

Diğer taraftan az yukarıda belirtildiği üzere 5-10 haneli Çepni köylerinde camiler bulunuyor ve camilerin imam, hatip, müezzin muhassıl gibi vazifelileri görülüyor, fakihlere ve müderrislere de sık sık rast geliniyor. Kısaca onlar asla kara cahil bir topluluk değildir. Çünkü din adamlarından müteşekkil aydınları var. XV. yüzyılın ikinci yarısı ile XVI. Yüzyılın birinci yarısında Âşık’ın dediği gibi “bidin” dinsiz insanlar değil bilakis dindar bir topluluktur. Bir taraftan Safevî propagandaları, diğer taraftan Osmanlı’nın Anadolu’nun her tarafında yaptıkları gibi, tımarlarını ellerinden alıp kendi kullarına ve kul oğullarına (= yani devşirme zümresine mensup olanlara) vermeleri yüzünden aralarında Alevilik belki az daha yayılmış olabilir.”

Yavuz Selim devrinde yazılmış Trabzon Sancağı Tahrir defterinde “1515-1516” Çepnilerin yoğun bir şekilde yaşadığı yer, “Vilâyet-i Çepni” (Çepni yöresi-Çepni yurdu) olarak gösterilmiştir. Faruk Sümer defterdeki yer adlarından hareket ederek bu bölgenin Giresun-Torul ve Görele arasındaki saha olduğunu ve bilhassa Kürtün’ün tamamen Çepniler’le meskûn olduğunu, Trabzon-Torul ve Şalpazarı, Vakfıkebir bölgesinde de Çepnilerin yaşadığını belirtiyor. Coğrafyacı Mehmet Âşık, yazdığı Menâzirul-Evâlim adlı eserde Çepnilerin yoğun olarak yaşadıkları Trabzon’un batı ve güneybatı yöresindeki dağlara Çepni Dağları denildiğini kaydediyor.

Fetihten sonra bu bölgedeki dirliklerin tamamına yakını Çepni beylerine ve onların oğullarına verilmiştir. Beylerin bu nüfuzunun daha sonraki devirlerde de devam ettiği görülür

XVI. yüzyılın başlarında ekserisi veya tamamı “muaf ve müsellem”, yani, Türk köylülerinden oluşan. Savaş zamanında atı ve silahı ile savaşa katılan, buna karşılık her türlü vergiden muaf olarak toprağını ekip-biçen köylü atlı asker olan Trabzon Çepnilerinin daha sonra -Anadolu’nun pek çok yöresinde olduğu gibi müsellemliklerine son verilip “raiyyet” yani vergi veren köylü durumuna düşürüldükleri görülmektedir.

F.Sümer’e göre bunun sebebi “Devletin bu esnada (1515) geniş ölçüde askere ihtiyaç duymasıyla ilgilidir. Fakat bereket versin dirlikler yani tımar ve zeametler, eskiden olduğu gibi, Çepni bey aileleri ile onların hizmetlerinde bulunmuş sipahilerin ellerinde kalmıştır.

Sayıları çok olmasa da, Cumhuriyet döneminde yapılan bazı çalışmalarda da konumuzla ilgili bilgilere rastlanılmaktadır. Bunlardan birincisi araştırma alanımızdaki köy sayısıyla ilgilidir. Vakfıkebir’de (Trabzon) yirmi dokuz köy Çepni vardır. Çepnilerin işgal ettiği mıntıka Akhisar Deresinden (Şalpazarı) başlar ve garba doğru uzanır.

İkincisi, 1978-1979 yıllarında Brent Brendemoen’in Trabzon ağızları üzerine yaptığı çalışmadan elde edilmiştir. Brendemeon, bizim de araştırma yaptığımız bu sahaya gitmiş ve Sayvançatak köyünden Tepegöz hikâyesinin bir varyantını derlemiştir.

Brendemeon’un “Batı Anadolu’da yaşayan az sayıda ve dağılmış vaziyette bulunan Çepnilerin ağız özellikleri ve folklor yönünden diğer yöre halkı ile kaynaşmış görünmekte iken, Doğu Karadeniz bölgesinde. Özellikle Trabzon’un ilçelerinden Şalpazarı yöresinde oturan Çepnilerin, hem ağız, hem folklor itibarı ile komşularından, dikkat çekici büyük farklılıklar korumaktadırlar” şeklindeki tespitine katılmamak mümkün değildir.

Ama aynı yazarın “Dil verilerimizin, Çepnilerin Trabzon yöresinin Türkleştirilmesinde önemli bir rol oynadıkları yolundaki iddiayı destekleyeceğini söylemek doğru olmaz. Çepni ağzı ile diğer Trabzon ağızları arasındaki farklılıkların benzerliklerden çok olması, tam aksine bu iddiayı çürütür” şeklindeki kanaatine katılmak ise mümkün değildir. Aslında ağızların farklılığı konusundaki tespit doğrudur. Yörenin diğer yörelerle gösterdiği ağız farkları hemen herkesin anlayabileceği kadar belirgindir. Ama bu veri tek başına “Çepnilerin bu bölgedeki Türkleştirme hareketinde önemli rol oynadıkları” şeklindeki görüşü çürütemez.

Bize göre “Türkleştirme” den kasıt buraların Türk yurdu haline getirilmesidir ki, Çepniler bunu, bu çalışmanın başından beri ortaya konulan yerli ve yabancı belgelerden de rahatça anlaşılacağı gibi, bölgede Osmanlı hakimiyeti kurulmadan çok önce önemli ölçüde başarmışlardır.

İkinci husus ise, Osmanlıların bu bölgeyi fetihlerinden sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Trabzon havalisine değişik Türk boylarının gönderilmiş ve iskân edilmiş olmalarıdır. Aynı veya birbirine yakın yerlere yerleştirilen bu boyların zamanla birbirleriyle kaynaştıklarını düşünmek mümkündür. Ama onlardan çok önce bu bölgeye gelip yerleşmiş, kendilerine has bir yaşama şekli olan Çepnilerin hem bu özellikleri hem de coğrafi ve idari yapı sebebiyle yeni gelenlerle pek fazla bir alışverişleri olduğu söylenemez.

Ayrıca, buraya gelenlerin de değişik Türk boylarından oldukları unutulmamalıdır. Çepni ağzının bütün bölgeye hakim olması ancak Çepnilerin diğer Türk boylarından çok üstün olmaları ve onlarla birlikte yaşamalarıyla mümkün olabilirdi. Halbuki kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler ve bizim tespitlerimiz, Çepnilerin cesur, savaşçı ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk olduğunu gösteriyor.

Bunlara son derece engebeli olan coğrafi yapının ve çalışma şartlarının bu tür ilişkileri engelleyici özelliklerini de eklersek Çepnilerin neden diğer boyları etkileyemediğini anlayabiliriz. Dikkat edilmesi gereken bir başka husus da etkileşmenin iki yanlı olacağıdır.

Eğer bugün, hiç değilse bazı bölgelerde, bozulmamış ya da az bozulmuş bir Çepni kültürü bulabiliyorsak bunu yukarıda sayılan şartlara borçluyuz. Nitekim Çepnilerin, daha sonra yerleştikleri Trabzon’un doğu tarafında Araklı, Sürmene, Of, Rize gibi yerlerde homojen bir Çepni nüfusuna ve saf bir Çepni kültürüne rastlamamız mümkün değildir. Bu bölgelerde Çepniler diğer Türk boylarıyla kaynaşmışlardır.

Belki bu iddiayı şu şekilde düzeltmek daha doğru olacaktır: “Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde Çepniler çok önemli rol oynamışlardır. Ama kendileri gibi Türk olan diğer boyları Çepnileştirememişlerdir”. Aksini düşünmek Türkü Türkleştirmek demek olur ki, bu da geçerli bir görüş olamaz.

Sonuç olarak, bütün bu bilgilerden, Çepni boyunun Anadolu’ya gelen ilk Türk boyu olduğu, Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesine çok büyük katkılarda bulundukları, hatta Safevî Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynadıkları anlaşılmaktadır.

Batı Anadolu’da İzmir, İzmit, Adapazarı ve Balıkesir’e gitmelerine rağmen en yoğun olarak yerleştikleri. Yaklaşık 700 yıldan beri varlıklarını devam ettirdikleri ve kültür mirasını en iyi muhafaza ettikleri bölge Doğu Karadeniz bölgesi, bu bölgede de Ağasar / Akhisar yöresi olmuştur.

Bugün, Doğu Karadeniz bölgesine coğrafi olmayan ikinci bir isim verilmesi gereksiydi, eskiden “Çepni Vilayeti” denilen bölgenin sınırlarını Ordu’dan Batum’a kadar genişletip bu bölgeye “Çepni Yurdu” veya “Çepni Bölgesi” demek doğru olurdu.

Doğu Karadeniz bölgesiyle ilgili resmi kayıtlar XVI. yüzyıldan itibaren tutulmaya başlanmıştır. Bu kayıtların büyük bir kısmı henüz incelenmediği için konumuz olan Çepniler hakkında da, çok detaylı ve yeterli tarihi bilgiye sahip olmak mümkün olamamıştır. Ancak, mühimmeler, hatt-ı humayunlar, kadı sicilleri, tahrir defterleri ve diğer arşiv vesikaları incelendikçe Çepnilerle ilgili daha doyurucu bilgilere sahip olacağımız muhakkaktır.

Derleyen;

Mustafa KÜÇÜK

Sosyal Antropolog

 

Kaynak:

www.ktu.edu.tr.

Çepniler - Prof.Dr. Faruk Sümer

Câmi’üt Tevahir’ - Reşidüddin Fazlullah

Tarih-i Âl-i Selçuk - Yazıcıoğlu Ali

   

Arama  

   
   
hosting: alemdarhost.com