Kaşgarlı Mahmut'un Haritası

          Divanü Lugati’t-Türk’ün pek çok önemli özelliği arasında eserin ilk sayfalarında yer alan bir de harita bulunmaktadır. Bugünkü bilgilerimize göre bu, bir Türk’ün çizdiği ilk dünya haritasıdır. Kâşgarlı Mahmud, dönemindeki Türk topluluklarının hangi bölgelerde yaşadığını göstermek amacıyla çizdiği bu haritaya bazı ulusların yaşadığı bölgeleri de ekleyerek yeryüzündeki belirli bölgeleri gösteren bir dünya haritası oluşturmuştur. Bugünkü haritacılık tekniklerine göre ilkel sayılabilecek bu harita, on birinci yüzyıl koşullarındaki coğrafyacılık bilgilerine ve tekniklerine göre çok ileri düzeydedir.
          Kâşgarlı Mahmud’un bu haritasının Türk eseri olduğunu ortaya koyan birtakım kanıtlar bulunmaktadır. Her şeyden önce, harita Türk hükümdarlarının oturduğu Balasagun şehri merkez alınarak çizilmiştir. Diğer Türk şehirleri ve alanlar bu şehre göre düzenlendiği gibi yönler de Orhon Yazıtları’nda görülen eski Türk geleneklerine göre tayin edilmiştir. Türklerin yerleşim bölgelerindeki şehirler, dağlar, göller, nehirler ve denizler ayrıntılı olarak gösterilmiştir. Türklere ait bölgelerin gösterilişinde pek az yanlışlık yapılması da haritanın bir Türk’ün elinden çıktığını göstermektedir.
         On birinci yüzyıl Türk dünyasını resmeden bu harita ile birlikte Kâşgarlı Mahmud, Rum ülkesinden Maçin’e dek Türk ellerinin hepsinin boyu beş bin, tamamı sekiz bin fersah eder dedikten sonra bunların hepsinin iyice bilinmesi için haritasını yeryüzünün şekli gibi dairede gösterdiğini belirtir. Kâşgarlı Mahmud’un haritasını yuvarlak biçimde çizmesi ve bunu da dünyanın biçimi ile açıklaması, on birinci yüzyılda dünyanın yuvarlak olduğunun Türkler tarafından bilindiğini göstermektedir.
         Divanü Lugati’t-Türk’ün yirmi ikinci ve yirmi üçüncü sayfalarında yer alan renkli haritanın çevresinde doğu, batı, kuzey, güney yönleri belirtildikten sonra sayfaların kenarlarında renklerin açıklaması yapılmıştır. Denizlerin yeşil, ırmakların mavi, dağların kırmızı, şehirlerin de sarı ile işaretlendiği kaydedilmiştir. Batıda gösterilen yerler Kıpçakların ve Frenklerin oturdukları İtil boylarına kadar uzanmaktadır. Güneyde Hint, Sint, Çad, Berber, Habeş, Zenci ülkeleri, doğuda Çin ve Japonya, güneybatıda da Mısır, Mağrip, Endülüs gösterilmiştir.
          Haritada Türklerin yaşadığı şehirler ve bölgeler ayrıntılı bir biçimde gösterilmeye çalışılmıştır. Haritanın esas merkezini oluşturan Balasagun’un hemen yakınında ve yine merkezde gösterilen yerleşim birimleri Kâşgarlı Mahmud’un babasının şehri Barsgan ve dönemin önemli kültür merkezi Kâşgar’dır. Barsgan yakınlarında gösterilen ancak adı belirtilmeyen göl ise Isık Göl’dür. Haritanın merkezinde Kuça, Barman, Uç, Koçŋarbaşı, Yarkend, Hoten, Curcan, Özçend, Margınan, Hucend, Semerkand, İkiögüz, Talas, Beşbalık, Mankışlak gibi diğer Türk şehirleri de bulunmaktadır.
         Türklerin yaşadığı bölgeler Oğuz ülkesi, Kıpçak ve Oğuz yerleşimleri, Başkırt bozkırları, Ötüken, Horasan, Harezm, Azerbaycan adlarıyla da belirtilmektedir. Haritada renklerle gösterilen deniz, nehir ve dağların yanı sıra Seyhun, Ceyhun, Ila, İtil, İrtiş nehirleri, Karaçuk ve Serendip dağları adları anılarak belirtilen coğrafya adlarıdır.
          Haritada Türklerin yerleşim alanları ayrıntısıyla gösterildiği gibi aynı bölgede Türklerle ilişki içerisinde olan yabancı ülkeler ve topluluklar da belirtilmiştir. Ancak Türklerle herhangi bir ilişkisi olmayan alanlar ve ülkeler dikkate alınmamıştır.    
          Japonya’yı Dünya Haritasında Gösteren İlk Kişi Kâşgarlı Mahmud
          Kâşgarlı Mahmud, haritasında Çin Seddi’ni, akarsuların yutularak yok olduğu kumluk bölgeyi, kadınlar şehrini, vahşi hayvanların ve ilkel insanların yaşadığı diyarlarla kuzeybatıda aşırı soğuklar yüzünden yaşanılmayan bölgeleri göstermiştir. Doğuda Çin ve Maçin halkıyla Cabarka diye adlandırdığı Japonya’nın uzaklığı, arada bulunan dağlar ve denizlerin yanı sıra Çin’in çevresindeki büyük duvarın, yani Çin Seddi’nin bu ülkelerde yaşayan ulusların dillerinin bilinmesini de engellediğini yazmaktadır.
          Kâşgarlı Mahmud’un hem eserinde hem de çizdiği haritada Japonya’ya yer vermesi, haritanın önemini bir kat daha artırmaktadır. Bugünkü bilgilerimize göre, Divanü Lugati’t-Türk’teki harita, Japonya’nın gösterildiği ilk dünya haritasıdır. Kâşgarlı Mahmud, Japonya’yı doğuda bir ada olarak göstermiş ve Cabarka adıyla anmıştır. Japonya’nın ilk haritası Kâşgarlı Mahmud’dan üç yüzyıl sonra bir Japon tarafından çizilecektir, ancak Japonya’yı Kâşgarlı gibi bir dünya haritası üzerinde gösteren ikinci harita Divanü Lugati’t-Türk’ten tam dört yüzyıl sonra yapılacaktır. Bu durum Kâşgarlı’ya Japonya’yı dünya haritasında ilk kez gösteren kişi unvanını kazandırmıştır.[2]

kaynakca:

[1] Öztürkler.com

[2] Türk Dil Kurumu

Kutadgu Bilig

(IPA: [qʊtaðˈɢʊ bɪˈlɪɡ]), 11. yüzyıl Karahanlı Uygur Türklerinden Yusuf Has Hacib'in Doğu Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Han (Ebû Ali Hasan bin Süleyman Arslan)'a atfen yazdığı ve takdim ettiği Türkçe eserdir.

Uygur alfabesiyle yazılan "Kutadgu Bilig" (15.yy, 4. satırında Arap alfabesiyle besmele yazılmaktadır.

 

Yusuf Has Hacib

 

(Arapça: يوسف خاصّ حاجب Yūsuf Khāss Hājib), M.S. 1017 Karahanlı Devleti'nin Balasagun şehrinde dünyaya geldi. İyi bir eğitim gördü. Çağının geçerli bilimlerinin yanı sıra Arapça ve Farsça'da öğrendi. 1077 yılında Kaşgar'da vefat etti. Türbesi bu kenttedir.

Karahanlı Devleti zamanında yaşıyordu, temel eğitimini Balasagun'da aldı. Kendisine önceden Balasagunlu Yusuf deniliyordu, sonra kendisine Has Hacib adı verildi. Yusuf Has Hacib, Türk Dili ve Edebiyatı için temel bir eser olan Kutadgu Bilig (Mutlu kılan bilgi) kitabının yazarıdır. Kutadgu Bilig 6645 beyitlik bir eserdir. Allah'a hamd, Peygamber'e ve Dört Halifeye teşekkürle başlar.

Karahanlı devlet hükümdarı Ulu Kara Buğra Han'a, Kutadgu Bilig adlı eseri (ilk siyasetname ve ilk mesnevi örneğini) 18 aylık bir çalışma sonunda 1070 yılında sundu. Bu kitabı okuyan Ulu Kara Buğra Han kendisine Ulu Has Hacib unvanı ve Kaşgar'da vezir yardımcısı olarak görev verdi.

Kutadgu Bilig'in ilk nüshası 1439'da Herat'da bulundu. İkinci bulunan Arapça, ilki Uygurcadır. Kitabın ilk baskısı 1900'de Radloff tarafından yapılmıştır.

Türk edebiyatındaki ilk siyâsetnameyi yazmıştır. Türk edebiyatında ilk nazım şeklini o kullanmıştır. Bu nazım şekli de mesnevidir. Bundan dolayı ona Yusuf Has Hacib denilmiştir.

Yazdığı Kutadgu Bilig eserinden bir bölüm:

Kitabıma, okuyana mutluluk getirsin, ona doğru yolu getirsin diye Kutadgu Bilig adını koydum. Ben sözlerimi söyledim, düşüncelerimi yazdım. Bu kitap her iki dünya için de doğruyu gösteren bir rehberdir, yardımcı bir eldir. Dosdoğru bir söz söyleyeyim size: Her iki dünyayı da devletle elinde tutabilecek kişiden daha mutlu kimse yoktur. Önce Gündoğdu'yu tanıtayım. O hükümdardır, doğru yasayı (töre) temsil eder. Aydoldu ile mutluluk güneşi doğar, o da mutluluğun (kut) temsilcisidir. Öğüdülmüş aklı, Odgurmuş akıbeti temsil eder. Ben sözlerimi bu dört değer (doğru yasa, mutluluk, akıl, akıbet) üzerine kurdum. Okuduğunda anlayacaksın, dikkat et.

Yusuf Has Hâcib bu yapıtında bilimin değerini de tartışır. Ona göre, alimlerin ilmi, halkın yolunu aydınlatır; ilim, bir meşale gibidir; geceleri yanar ve insanlığa doğru yolu gösterir. Bu nedenle alimlere hürmet göstermek ve ilimlerinden yararlanmaya çalışmak gerekir. Eğer dikkat edilirse, bir alimin ilminin diğerinin ilminden farklı olduğu görülür. Mesela hekimler hastaları tedavi ederler; astronomlar ise yılların, ayların ve günlerin hesabını tutarlar. Bu ilimlerin hepsi de halk için faydalıdır. Alimler, koyun sürüsünün önündeki koç gibidirler; başa geçip sürüyü doğru yola sürerler.

Yusuf Has Hacib, astronomi bilimini öğrenmek isteyenlerin, önce geometri ve hesap kapısından geçmesi gerektiğini söyler. Aritmetik ve cebir, insanı kemâle ulaştırır; toplama, çıkarma, çarpma, bölme, bir sayının iki katını, yarısını ve kare kökünü alma işlemlerini bilen, yedi kat göğü avucunun içinde tutar. Her şey hesaba dayanır.

Bir siyasetnâme veya bir nasihatnâme olarak nitelendirilebilecek Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hâcib ve içinde yetiştiği çevrenin ilmî ve felsefî birikimi hakkında çok önemli bilgiler vermektedir. Platon'un devlet ve toplum anlayışı çok iyi bilinmekte ve uygulanmaya çalışılmaktadır. Bilimin ve bilginlerin değeri anlaşılmıştır; bilim, güvenilir bir rehber olarak görülmektedir. Kendisi bu kitabı yazmakla büyük bir cesaret örneği göstermiştir çünkü bu türk edebiyatındaki ilk siyasetnamedir

OSMANLI İMPARATORLUĞU

Anadolu(Türkiye) Selçuklularının 1308 yılında ortadan kalkmasıyla beraber, özellikle Batı Anadolu’daki beylikler arasında, Türk birliğini yeniden tesis etmeyi amaçlayan mücadeleler kızışmış idi. İşte bu mücadelelerin neticesinde Anadolu’da Osmanoğullarının yıldızı parlayacak ve altı yüz yılı aşan muhteşem bir Türk devletine tarih tanıklık edecektir. Osmanoğullarının Menşe’i: Tarihi kaynaklara göre Osmanlı devletini kuranlar, Oğuzların 24 boyundan biri olan Kayı boyuna mensuptur. Oğuz an’a nesine göre Kayılar, sağ kolda yer alan Boz-okların Günhan kolunun en büyük boyudur. Dolayısıyla Oğuz teşkilât yapısında Kayılar, hakim unsurdur. Bundan dolayı Dede Korkut’ta “hâkimiyet bir gün Kayı’ya değe; bu dediğim Osman neslidir” denilerek Osmanoğullarının hâkimiyeti meşrulaştırılır.

Kayılar, Malazgirt Savaşı’nın hemen akabinde Anadolu’ya gelen Oğuz boylarındandır. Dolayısıyla onların Anadolu coğrafyası içerisinde yurt tutmaya yönelik göç hareketleri hem Anadolu’nun Türkleşmesi hem de Türkiye tarihinin şekillenmesi bakımından oldukça önemlidir. Tarihî kaynaklara göre elli bin kadar Tatar ve Türkmen gaza ve cihat maksadıyla önce Erzurum ve Erzincan’a, ardından da Artuklu sahasında yer alan Güneydoğu Anadolu’ya yönelmişlerdi. Kayı boyunun beyi Süleyman Şah, Halep’e giderken Fırat’ta boğulmuş ve “Türk Mezarı” da denilen Caber Kalesi’nde defnedilmiştir. Beylerini kaybeden “göçer evli”lerin bir kısmı, bugünkü Urfa-Viranşehir ve Mardin-Derik kazaları arasında bulunan Beriyye’ye gitmiş bir kısmı ise Anadolu’ya dağılmıştır. Bu sahalar, Kayı boyuna mensup Karakeçililerin günümüzde de yoğun olarak yaşadıkları bölgelerdir.

Babasının ölümü üzerine dört yüz kadar göçer evli ile bölgeyi terk eden Ertuğrul Gazi önce Pasin Ovası’na, Sürmeliçukuru’na varıp bir müddet burada kalmış, sonra Selçuklu Hükümdarı Sultan Alaaddin’in çağrısı üzerine Adıyaman ve ardından Ankara civarına gelmiştir. Yaklaşan Moğol tehlikesi ve uçları basan Bizans’a karşı yardımını gördüğü Ertuğrul Gazi liderliğindeki Kayıları Ankara civarındaki Karacadağ’a konduran Sultan Alaaddin, Rumlara karşı Sultanönü (Eskişehir)’nde kazanılan zaferde, ordusunun akıncılığını üstlenen Ertuğrul Gazi’ye Söğüt, Domaniç ve Ermeni Beli’ni yaylak ve kışlak olarak tahsis etmiştir. Ertuğrul Gazi’nin vefatı üzerine (1281 veya 1288), küçük oğlu Osman Bey, Kayıların başına geçmiştir.

Osmanlı Beyliği’nin Kuruluşu;

Osman Bey,

Oğuz aşiretlerinin ittifakıyla başa geçtikten sonra, siyasî ve dinî bakımdan Anadolu’nun en itibarlı ve nüfuzlu tarikatlarından Ahilerin mühim bir şahsiyeti olan Şeyh Edebali’nin kızı ile evlenerek, gücünü artırmış idi. Bundan sonra Osman Gazi, Bizans’a karşı genişleme politikasını uygulayarak, İnegöl, Karacahisar ve Yarhisar’ı ele geçirdi ve bölgenin mühim merkezlerinden olan Bilecik’i alarak, burayı beyliğin merkezi yaptı (1299). Bu tarih devletin kuruluş tarihi olarak kabul edilir. Selçuklu Sultanı III. Alaaddin Keykubad’ın İlhanlı Hükümdarı Gazan Han’ın kuvvetleri tarafından tutulup, İran’a götürülmesi üzerine Selçuklu ümerasından bazıları ve bölgedeki Türkmen beyleri Osman Bey’e teveccüh göstermiş; Oğuz an’a nesine göre onun hâkimiyetini tanımayı kabul etmişlerdir. Nitekim Oğuz beyleri Oğuz Han töresine göre tertip edilen bir törende Osman Bey’in önünde diz çökerek, onun verdiği kımızı içmek suretiyle tabiiyetlerini sunmuşlardır. Ancak henüz küçük bir beylik durumundaki Osmanoğullarının, şeklen de olsa bu dönemde, İlhanlı hâkimiyetini tanıdıkları bilinmektedir. Osman Gazi, beyliğini ilân ettikten sonra idaresi altındaki bölgeleri beş kısma ayırarak buraları güvendiği ve savaşlarda yararlık gösteren kimselere tevcih etti. Oğlu Orhan’a Sultanönü, büyük kardeşi Gündüz Bey’e Eskişehir’i, Aykut Alp’e İn-önü’yü, Hasan Alp’e Yarhisar’ı ve Turgut Alp’e de İnegöl’ü verdi. Diğer oğlu Alaaddin’e ise şeyh Edebali’nin emin ve nazırlığında, ailenin geçimi için, Bilecik ve havalisinin gelirleri tahsis edildi.1302′de Bursa tekfurunun liderliğinde birleşen Rum tekfurlarının Koyunhisar (Bafeon) savaşında ağır bir mağlûbiyet tatmaları, Osman Bey‘in Bursa ve Kocaeli taraflarına akınlar yapmasını oldukça kolaylaştırmıştı. Bir taraftan Bursa öte taraftan İznik Türk kuşatması altında tutuluyordu. Ancak yaşlılık sebebiyle Osman Bey, fetihler için oğlu Orhan’ı görevlendirmişti. Nitekim 1324 yılında Osman Bey vefat etti ve oğlu Orhan Bey Osmanlı tahtına çıktı.

Orhan Bey,

1326 yılında Bursa’yı, uzun süren kuşatmanın ardından, ele geçirince babasının vasiyetini yerine getirerek, Osman Gazi’nin naaşını Bursa’ya nakletti ve burayı devletin yeni merkezi yaptı. Orhan Bey’in komutanlarından Akçakoca ve Karamürsel ise İstanbul kıyılarına kadar akınlarda bulunuyorlardı. Bu fetih ve akınlardan telâşlanan Bizans İmparatoru Andranikos büyük bir ordunun başında Osmanlılara karşı harekete geçtiyse de Maltepe (Palekanon) Savaşı’nda ağır bir yenilgi aldı (1329). Bu zafer, İznik ve İzmit’in ele geçirilmesini kolaylaştırmıştır. Rumeliye Geçiş; Karasi Beyliğinde başlayan taht mücadelelerinden istifade eden Orhan Bey, Balıkesir ve civarını topraklarına katarak, ileride gerçekleşecek olan Rumeli fetihleri için mühim bir mevkiye sahip olmuştur. Nitekim Karasi Beyliğinin deniz gücü ve Hacı İl Bey, Evrenos Bey gibi değerli komutanlar artık Osmanlıların emrine girmişlerdir. Bizans içindeki taht kavgaları ve Bulgar-Sırp saldırıları karşısında, gittikçe güçlenen Osmaoğullarından yardım isteyen Kantakuzen’in talebi üzerine Orhan Bey’in oğlu Süleyman, bir orduyla Rumeli’ye geçti (1345). Edirne’yi kuşatan Bulgar-Sırp kuvvetlerini bozan Süleyman Paşa bu zaferin karşılığında Gelibolu’daki Çimpe Kalesi’ni Bizans’tan aldı. Böylece Osmanlılar ilk kez Rumeli yakasında bir üs elde etmiş oluyordu (1356). Süleyman paşa Gelibolu’nun ardından Tekirdağ’a kadar olan bölgeleri de ele geçirerek buralara Anadolu’dan getirilen Türkmenleri yerleştirdi. Böylece Rumeli’de de Türkleşme hareketi başlamıştır. Süleyman Paşa’nın ölümünden sonra Rumeli’deki fetihler için kardeşi Murat Bey görevlendirildi (1359). Ancak 1362′de babası Orhan Bey’in de ölümü üzerine Murat Bey, Bursa’ya döndü ve Osmanlıların 3. hükümdarı olarak tahta çıktı (1362).gazeteler

Rumeli ve Balkanlarda Fetihler;

I.Murat (Hüdavendigar) önce tahtta hak iddia eden kardeşlerini bertaraf etmekle işe başladı ve bu arada elden çıkan Ankara’yı yeniden aldı. Anadolu’da birliğin sağlanmasının ardından Murat Hüdavendigar, inkitaya uğrayan Rumeli ve Balkanların fethine yöneldi. Bu sırada Balkanlar karşıklık içindeydi. Bir taraftan Sırp Hükümdarı Düşan’ın ölümü ile Sırplar arasında iç mücadeleler şiddetlenmiş, öte yandan Macar Kralı Layoş, Balkanlarda Ortadokslara olan baskıları artırmıştı. Evrenos ve Hacı İl Bey komutasındaki kuvvetler bu durumdan da yararlanarak Keşan’dan Dimetoka’ya kadar olan yerleri fazla bir mukavemet görmeden ele geçirmişlerdi. Sazlıdere Zaferi ile Edirne ve Filibe, Lala Şahin Paşa tarafından fethedildi (1363/4). Bu savaşlarda Bulgarların yanında yer alan Bizans barış yapmak zorunda kaldı. Türk ilerleyişini durdurmak isteyen Macar, Bulgar,Sırp ve Ulahlardan müteşekkil bir Haçlı ordusu Macar Kralı Layoş’un liderliğinde Edirne üzerine yürüdü. Ancak Meriç sahilindeki Sırp Sındığı denilen mevkiide, kalabalık Haçlı ordusunu hazırlıksız yakalayan 10 bin kişilik kuvvetiyle Hacı İl Bey, büyük bir bozguna uğrattı (1364). Sırp Sındığı zaferiyle Osmanlılar, Balkanlardaki fetihlerine hız verdiler ve bunu kolaylaştıracağı için Osmanlı başkenti Bursa’dan Edirne’ye nakledildi. Fetihler karşısında çaresiz kalan Bulgarlar Türk himayesini kabul etmek zorunda kaldılar (1369). Çirmen Zaferi ile (1372) Batı Trakya ve Makedonya’nın bir kısmı Osmanlı hâkimiyetine girdi ve Selanik ile Köstendil’in de ele geçirilmesinin ardından Sırp Kralı Lazar, vergi verip, gerektiğinde asker göndermek şartıyla Osmanlılarla barış anlaşması imzaladı(1374). Yaklaşık on yıl süren mücadelede, Rumeli ve Balkanlarda fethedilen bölgelere Anadolu’dan mütemadiyen Türk nüfus kaydırılarak bölgede demografik dengeler Osmanlılar lehine değiştirilmeye başlanmıştı. Bu tarihten sonra bir müddet Balkanlardaki fetihlere ara verilmiş ve Anadolu’da Türk birliğini sağlamlaştırmaya yönelik düzenlemelere geçilmiştir. Bu maksatla I. Murat, oğlu Bâyezid’i Germiyan beyinin kızı ile evlendirmiş; Tavşanlı, Emet ve Simav gelinin çeyizi olarak Osmanlılara verilmiştir. Aynı şekilde Akşehir, Yalvaç, Beyşehri gibi bazı şehir ve kasabalar Hamidoğulları’ndan para karşılığı satın alınmış, Candaroğullar da Osmanlı hâkimiyetine girmişti. Artık Osmanlıların karşısında tek bir güç kalmıştı; Karamanoğulları.

Alaaddin Ali Bey, Osmanlıların yeniden Balkanlara yönelmesini de fırsat bilerek, harekete geçmiş ancak I. Murat Konya önlerinde Karamanoğullarını yendiğinde Karaman beyi af dilemek zorunda kalmıştır(1387)

Murat Hüdavendigar’ın yeniden Rumeli’ye yönelmesiyle birlikte Niş ve Sofya da dahil olmak üzere bütün Bulgaristan fethedildi.(1385/88). Timurtaş Paşa’nın Sırp kuvvetleri tarafından baskına uğratılıp, yenilmesi üzerine cesaretlenen Bulgar, Leh, Çek ve Macar kralları da Sırpların yanında yer aldılar. Fakat Çandarlı Ali Paşa, Bulgar Kralı Şişman’ı esir alarak Bulgarları bu ittifakın dışına attı. Buna rağmen Haçlı ordusu ilerleyişini sürdürünce, I. Murat ordusunun başına geçerek düşmanı Kosova’da karşıladı. I.Murat’ın oğulları Bâyezid ve Yakup’un da yer aldığı Osmanlı birlikleri büyük bir zafer kazandı. Sırp Kralı Lazar ve oğlu esir edilmiş, düşman kuvvetlerinin büyük bir kısmı imha olmuştu. (20 haziran 1389). Fakat I.Murat savaş meydanını gezerken bir Sırp tarafından hançerlenerek şehit düştü. Bunun üzerine Sırp kralı da Osmanlı askerleri tarafından öldürüldü. Osmanlılar için Balkanlarda tutunabilmek yolunda ölüm kalım savaşı olarak görülen I.Kosova Zaferi Sırplar tarafından asla unutulmamıştır. Günümüzde dahi masum Müslüman halka yönelik vahşetin arkasında bu mağlûbiyetin ezikliği ve intikam hissi yatmaktadır.

TUNYUKUK YAZITI

Birinci Taş

Batı Yüzü

(B 1) Bilge Tunyukuk ben kendim Çin yönetimi sırasında doğdum. Bir zamanlar Türk halkı Çin’e bağlı idi.

(B 2) Türk halkı hanını bulamadığı için Çin'den ayrıldı, han sahibi oldu. Sonra da hanını terkedip yine Çin hakimiyetine girdi. Belli ki Tanrı şöyle demiş: “Han verdim.

(B 3) Hanını bırakıp hakimiyet altına girdin”. Hakimiyet altına girdiğin için belli ki Tanrı “öl!” demiş. Türk halkı öldü, helak oldu, yok oldu. Türk Sir halkının topraklarında

(B 4) insan kalmadı. Sonraları dağda taşta kalanlar toplanıp yedi yüz kişi oldular. Bunların bir bölümü atlı, bir bölümü ise yayaydı. Yedi yüz kişiye

(B 5) kumanda edenlerin başı Şad unvanını taşıyordu. “Akıl ver!” dedi. Danışmanı bendim, Bilge Tunyukuk. “Hakan mı yapayım?” dedim. Düşündüm. “Zayıf bir boğayla semiz bir boğa uzakta bir yerlerde

(B 6) kapışsalar, hangisi semiz boğa, hangisi zayıf boğadır bilmek mümkün değilmiş” diye, bu şekilde düşündüm. Daha sonra Tanrı bana muhakeme yeteneği verdiği için onu ben kendim hakan yaptım, Bilge Tunyukuk. Buyla Baga Tarkan

(B 7) ve Elteriş Kağan bir araya gelip güneyde Çinlileri, doğuda Kıtanyları, Kuzeyde Oğuzları epeyi öldürdüler. Bu sırada bilgeleri ve Çavış’ı bendim. Çugay’ın kuzeyinde Kara Kum’da yaşıyorduk.

Güney Yüzü

(G 1) Yaban hayvanları yiyerek, tavşan yiyerek yaşayıp gidiyorduk. Halkın karnı toktu. Düşmanımız çevremizde ocak gibi, biz de o ocağın ortasındaki aş kazanı gibiydik. Öylece yaşarken Oğuzlardan bir casus geldi

(G 2) Casusun verdiği bilgiler şunlarmış: “Tokuz Oğuz halkının başına bir hakan geçti” der. Çin’e general Ku’yu, Kıtanylara Tongra Sem’i göndermişler. Gönderdikleri haber şuymuş: “Sayıları az olan Türkler

(G 3) hareketlenmeye başladılar. Hakanları kahramanmış. Danışmanı bilgeymiş. O iki var olduğu sğrece kişi olduğu sürece seni, yani Çinlileri öldürecektir, derim. Doğuda Kıtanyları öldürecektir, derim. Beni, Oğuzları

(G 4) öldürecektir derim. Çinliler güney cephesinden hücum edin, Kıtanylar doğu cephesinden hücum edin, ben kuzey cephesinden hücum edeyim. Türk Sir halkı topraklarından hiç kımıldamasın. Mümkünse tamamen yok edelim,

(G 5) derim”. Bu haberi işitince geceleri uyuyamadım, gündüzleri de oturamadım. Ondan sonra hakanıma durumu arz ettim. Şöyle arz ettim Çin, Oğuz, Kıtany bu üçü bizi kuşatırlarsa

(G 6) biz arada kalacağız. Biz kendi kendimizi kapana kıstırmış gibiyiz. Yufka olanı delmek kolaymış. İnce olanı koparması kolaymış. Yufka kalın olsa delmesi zormuş. İnce

(G 7) yoğun olsa koparması zormuş. Doğuda Kıtanylardan, güneyde Çinlilerden, batıda Korılardan, kuzeyde ise Oğuzlardan gelecek iki-üç bin kadar askerimiz var. Şöylece durumu bildirdim.

(G 8) Hakanım lütfetti, benim, Bilge Tunyukuk’un bizzat bildirdiği bu durumu dikkate aldı. “Orduyu doğru bildiğin şekilde gönder” dedi. Orduyu Kök Öng’ü aşırtıp Ötüken dağları yönünde sevkettim. İnek gölcüğü ve Togla’da Oğuzlar geldi.

(G 9) Altı bin askeri varmış. Biz iki bindik. Savaştık. Tanrı lutfettiği için onları bozguna uğrattık. Irmağa döküldüler. Bozguna uğramış olanlardan yolda da epeyi ölen oldu. Ondan sonra Oğuzlar birleşip geldiler.

(G 10) Türk hakanını, Türk halkını Ötüken topraklarına bizzat ben, Bilge Tunyukuk getirdim. Ötüken topraklarına yerleştiğimizi duyan güneydeki, batıdaki, kuzeydeki, doğudaki halkımızın hepsi geldi.

Doğu Yüzü

(D 1) İki bin olduk. İki ordumuz oldu. Türk halkı yaratıldığından beri Türk hakanı tahta çıkalıdan beri Şantung şehirlerine, Sarı Irmağa ulaşmamış imiş. Hakanıma durumu arz edip orduyu gönderdim.

(D 2) Şantung şehirleri ve Sarı Irmağa ulaştırdım. Yirmi üç şehri harap ettim. Akıllarını başlarından alıp ortalıkta yatar hale getirdim. Çin hakanı düşmanımızdı. On-ok hakanı düşmanımızdı.

(D 3) Çok sayıda Kırgız ve güçlü hakanları düşmanımız oldu. O üç hakan aralarında fikir alış verişinde bulunup “Altay dağlarında birleşelim” demişler. Bu şekilde anlaşıp “Orduyu doğuda Türk hakanına doğru gönderelim” demişler. “Eğer ona karşı ordu göndermezsek her halükarda o bize savaş açacaktır.

(D 4) ... hakanları kahramanmış. Danışmanları da bilgeymiş. İlk fırsatta bizi öldüreceklerdir. Üçümüz birleşelim, onlara karşı ordu gönderelim. Tümüyle yok edelim” demiş. Türgeş Kağan şöyle demiş: “Benim halkım orada” demiş.

(D 5) “Türk halkı arasında da kargaşa var” demiş. “Oğuzları da dağılmakta” demiş. “Bu sözü işitip ne geceleri uyuyabildim, ne de gündüzleri oturabildim. Şöyle düşündüm:

(D 6) “İlk önce Kırgızlara sefer etsek daha iyi olur” dedim. Kögmen dağlarında bir tane geçit varmış, kapalıymış” diye duyup “bu geçitten geçmeye kalkarsak yararı olmayacak” dedim. Kılavuz aradım. Bozkır Azlarından bir asker buldum. ...

(D 7) duydum. Az topraklarından geçen yol çok darmış ?, tek bir atın geçebileceği kadarmış. O yol üstünden gitmiş. Ona “bir atlı gidebildiğine göre, mümkünse sen de o yoldan git” diye emrettim. Düşündüm. Hakanıma

Kuzey Yüzü

(K 1) durumu arz ettim. Orduyu harekete geçirdim. “At bin” dedirttim. Ak Termel’den geçerek vakit kazandırdım ?.  At üzerinde karı sökerek çıktık. Yukarı doğru atları yedeğe alıp, ağaçlara tutunarak askerleri tırmandırdım. Öncü askerlerle

(K 2) güç bela ormanlık dağı aştık, yuvarlanarak aşağı indik. Yandaki engelli yolu on günde dolanıp ulaştık. Kılavuz yolu şaşırdı, idam edildi. Hakan buna sıkılıp “acele edin!” demiş.

(K 3) Anı ırmağına vardık. Irmaktan aşağı giderek askerleri yemek yemeleri için attan indirdik. Atları ağaçlara bağlıyorduk. Gece gündüz demeden dört nala giderek ulaştık. Kırgızları uykuda baskına uğrattık.

(K 4) Uykularını mızraklarımızla açtık. Hanları, orduları toplandı. Savaştık, mızrakladık, hanlarını öldürdük. Kırgız halkı hakana biat etti, boyun eğdi. Dönüp geldik. Kögmen dağlarını dolanarak geldik.

(K 5) Kırgız seferinden döndük, bu kez Türgeşlerin hakanından casus geldi. Haberi şuydu: “Doğudan hakan yönünde orduyu gönderelim” demiş. “Orduyu göndermez isek, hakanları cesur, danışmanı bilgeymiş. Her halükarda

(K 6) bizi öldürecektir” demiş. “Türgeşlerin Hakanı yola çıkmış, On-ok halkı da bir eksiksiz yola çıkmış” der. Çin ordusu da varmış. Bu sözü işitince hakanım “Ben karargaha yetişeyim” dedi.

(K 7) Sultan aramızdan ayrılmıştı. Onun “cenaze törenini yaptırayım” dedi. Orduya “gidin” dedi. “Altay dağlarına yerleşin” dedi. “Ordunun komutanı olarak İnel Kağan ile Tarduş Şad gitsin” dedi. Bilge Tunyukuk’a, bana emretti:

(K 8) “Bu orduyu yönlendir” dedi. “Cezaları da uygun gördüğün şekilde ver, benim sana bir şey söylememe gerek yok!” dedi. “Gelirlerse görünerek gelirler, gelmezlerse casuslardan haber alıp bekleyin” dedi. Altay dağlarına yerleştik.

(K 9) Üç casus geldi. Haberleri aynıydı: “Hakanları orduyu yola çıkardı, On-ok ordusunun da tamamı yola çıktı” dediler. “Yarış Yazı’da toplanalım” demiş. Bu haberi alınca hemen hakana bu bilgiyi ilettim. Handan cevap

(K 10) geldi: “Oturun!” demiş. “Devriyeleri, karakolları iyi yerleştir, baskına izin verme” demiş. Bögü Kağan bana şöyle bir haber göndermiş. Apa Tarkan’a da gizli ve başka bir haber göndermiş: “Bilge Tunyukuk berbattır, aksidir!

(K 11) ‘Orduyu sevkedelim’ diyecek olursa desteklemeyin”. Bu haberi işitince orduyu hareket ettirdim. Altay dağlarını yol olmaksızın aştık. Ertiş nehrini geçit olmaksızın geçtik. Gece akın ettik. Tan atarken Bolçu’ya ulaştık.

İkinci Taş

Batı Yüzü

(B 1) ... haber getirdi. Gelen bilgi “Yarış Ovası’nda yüz bin asker toplandı” şeklindedir. Bu sözü işitince beylerin tamamı

(B 2) “Dönelim, hiç bir şey yapmamış olmak, yenilginin utancından daha iyidir” dedi. , Şunu söylemek isterim: Ben Bilge Tunyukuk ve beraberimdekiler Altay dağlarını aşıp geldik. İrtiş Irmağını

(B 3) geçip geldik. Gelmesi zordu. Ama hiç kimse hissetmedi. Belli ki Umay Tanrı, kutsal yer-su ruhları bize yardım etti, dolayısıyla savaşmaktan ne diye kaçacağız?

(B 4) Düşman çok diye niçin korkacağız? Sayımız az diye niçin yenilecek mişiz ki? Saldıralım” dedim. Saldırdık, talan ettik. Ertesi günü

(B 5) üzerimize ateş gibi kızmış halde geldiler. Savaştık. Onların iki kanadı bizim yarımızdan fazlaydı. Tanrı lütfettiği için onlar çok diye

(B 6) korkmadık, savaştık. Tarduş Şad’a doğru kovalayıp, onları dağıtıp hakanlarını yakaladık. Yavgularını, Şadlarını

(B 7) orada öldürdük. Elli kadar askerini tutsak aldık. Aynı gece halkını tamamen geri  yolladık. Bu sözü işitince On-ok beyleri ve halkı bütün

(B 8) geldi, bağlılığını bildirdi. Gelen Beyleri ve halkı düzene sokup topladım. Halkın az bir kısmı kaçmıştı. On-ok askerini onlara karşı sefer ettirdim.

(B 9) Biz de sefer ettik. Onları geçtik. Yençü Irmağını geçip “Tanrı Oğlu” denen Bengü Ek Dağını geçip

Güney Yüzü

(G 1) Temir Kapıg’a kadar ulaştık. Orduyu oradan geri çevirdik. İnel Kağan’a ... ... ... Tacik, Tohar ....

(G 2) Oradan bu tarafa ... başlı Soğut halkı tamamen geldi, bağlılığını bildirdi. Türk halkı

(G 3) “Tanrı Oğlu” denen dağlara kadar hiç  ulaşmamıştı. Türk halkını O topraklara ben Bilge Tunyukuk ulaştırdığım için

(G 4) bu sayede çil çil altınları, ap-ak gümüşleri, kızları, dulları, hörgüçlü develeri, ipeklileri gereğinden fazlasıyla getirdiler. Elteriş Kağan bilgeliği ve

(G 5) cesareti ile Çin’e karşı on yedi defa savaştı. Kıtanylara karşı yedi defa savaştı. Oğuzlara karşı beş defa savaştı. O zamanki danışmanı

(G 6) da bendim, savaşçısı da yine bendim. Elteriş Kağana, Türk Böğü Kağana, Türk Bilge Kağana

Doğu Yüzü

(D 1) ... ? Kapgan Kağan yirmi yedi ... ... idi.Kapgan Kağan’ı tahta çıkarttım. Gece

(D 2) gündüz oturmaksızın çalıştı. Kızıl kanımı akıtıp kara terimi dökerek hizmet ettim. Uzaklara öncü birlikleri de gönderdim.

(D 3) karakol kuleleri diktirdim. Geri dönen düşmanı getirirdim. Hakanımla orduyu sevkettik. Tanrının lütfuyla

(D 4) bu Türk halkının arasına silahlı düşmanı sokmadım. Kuyruğu düğümlü atları koşturtmadım. Elteriş Kağan başarmasaydı,

(D 5) onu takiben ben kendim de başarmasaydım ne devlet ne de halk olacaktı. Başarılı olduğumuz için

(D 6) devlet devlet oldu, halk da halk oldu. Ben yaşlandım, kocadım. Herhangi bir ülkede, hakanlıkta, halkın başında

(D 7) benim gibi bir vezir varsa ne gibi dertleri olacaktı ki?

(D 8) Türk Bilge Kağan döneminde bunları yazdırttım. Ben Bilge Tunyukuk,

Kuzey Yüzü

(D 1) Elteriş Kağan başarılı olmasaydı, o var olmasaydı, ben Bilge Tunyukuk başarmasaydım, ben var olmasaydım

(D 2) Kapgan Kağan Türk Sir halkı topraklarında boy da halk da insan da olmayacaktı.

(D 3) Elteriş Kağan ve ben Bilge Tunyukuk başarılı olduğumuz için, Kapgan Kağan Türk Sir halkını geliştirdiği için

(D 4) Türk Bilge Kağan Türk Sir halkını, Oğuz halkını besleyip yaşar ....

 

Kaynak:orhunyazitleri.com

 

Ermeniler neden göç etmeye zorlandı?

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın Popüler Tarih dergisine yayınlanan yazısı, konuyu derinlemesine inceliyor.

Prof. Dr. İlber ORTAYLI


   

Arama  

   
   
hosting: alemdarhost.com