MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDE ANADOLU’DA FAALİYET GÖSTEREN

ZARARLI CEMİYETLER

Yrd. Doç. Dr. Cengiz DÖNMEZ*

Giriş

  1. Zararlı Cemiyetlerin Ortaya Çıkışı Sırasında Ülkenin Genel Durumu    

 Osmanlı Devleti ile, İtilâf Devletleri arasında 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi, çok ağır şartlarla dolu idi. Bu mütareke ile Osmanlı Devleti, imparatorluk üzerinde İtilâf Devletlerinin her türlü tasarruflarına açık, çaresiz bir hale düşerken, Türk milleti de, karanlık bir döneme adım atıyordu

  Giriş

  1. Zararlı Cemiyetlerin Ortaya Çıkışı Sırasında Ülkenin Genel Durumu    

 Osmanlı Devleti ile, İtilâf Devletleri arasında 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi, çok ağır şartlarla dolu idi. Bu mütareke ile Osmanlı Devleti, imparatorluk üzerinde İtilâf Devletlerinin her türlü tasarruflarına açık, çaresiz bir hale düşerken, Türk milleti de, karanlık bir döneme adım atıyordu. Tarih boyunca, insanlığa, adaleti, hoşgörüyü ve hürriyeti tanıtmış olan Türkler, şimdi hiç de lâyık olmadıkları, haksız, adaletsiz ve insanlık dışı bir muameleye maruz halde, yaşama hakkından ve bağımsızlığından yoksun bırakılmak isteniyordu. 

  Mondros Mütarekesinin 31 Ekimde yürürlüğe girmesiyle, yıllarca bekledikleri fırsatı elde eden İtilaf Devletleri, bu noktada, özellikle mütarekenin muğlak yedinci maddesine dayanarak, daha önce kendi aralarında yaptıkları gizli antlaşmalar çerçevesinde Osmanlı topraklarını işgal etmeye başlamışlardır. Gerçekleştirdikleri bütün işgaller için, hep Mondros Mütarekesini uyguluyoruz gerekçesini ortaya atan İtilaf Devletleri, işgaller sırasında Türk milletine karşı her türlü insanlık dışı, haksız ve adaletsiz uygulamalarıyla, güya mütarekeyi tatbik ederek, bu bölgelere barış getirmeye çalıştıklarını iddia edecek kadar da, samimiyetten uzak davranışlar içerisine girişmişlerdir.

 Bu ortamda, Mondros Mütarekesi İtilâf Devletleri için, Osmanlı Devleti’ni parçalama hedefi çerçevesinde, Türkler aleyhindeki her türlü keyfî uygulamalarını gerçekleştirmek için kullandıkları bir araç olurken, Osmanlı Devleti için ise, kendisine hiç bir şey kazandırmayan, tam aksine her türlü kötülüklere maruz bırakırken, topraklarının  parçalanması  ve kendisinin yıkılması hususunda kılıf olarak kullanılan sözde bir ateşkes anlaşması, gerçekte ise bir ölüm fermanı olmaktan öteye gidememiştir.

  İtilaf Devletlerinin, devlet işlerine karışmak ve Türkler aleyhinde devleti istedikleri gibi yönlendirmek noktasındaki keyfî uygulamaları, bütün memlekette, Türk halkının özel hayatının dokunulmazlığının ihlali ile can ve mal güvenliğinin hiçe sayılarak sürekli tehdit edilmesi hususunda da aynen devam etmiştir. Bu çerçevede halkı sindirmek maksadıyla giriştikleri her türlü zulüm hareketlerinin yanında, mallarını da gasp ederek ellerinden almak şeklindeki uygulamaları, başta İstanbul olmak üzere bütün ülkede, can ve mal güvenliğini ortadan kaldırırken, tam bir kargaşa ortamının yaşanmasına da sebep olmuştur.

 Bu dönemde, özellikle İngilizlerin İstanbul’da insan haklarına aykırı bir biçimde, Türk halkının her türlü can ve mal güvenliğini hiçe sayarak, kendi menfaâtleri doğrultusunda başlattıkları keyfî uygulamaları had safhaya ulaşmıştır. Konu ile ilgili olarak, İngilizler tarafından gerçekleştirilen tahribâttan zarar gören kişilerin ifadeleri ve şikayet evraklarına dayanılarak hazırlanan bir Tahkikât Fezlekesi, durumun ciddiyetini açıkça ortaya koymaktadır. Bu fezlekeye göre; “İngilizler, bulundukları bölgelerde, İngiliz istekleri doğrultusunda hareket etmeyen Türk halkına her türlü zulmü yapmaktan geri kalmamış ve onları, büyük miktarlarda maddî zarara uğratmışlardır”.

 Yine aynı konuyla ilgili 21 Haziran 1920 tarihli basında yer alan “İngiliz Emriyle

İdam” başlıklı bir haber de, zulmün boyutlarını gözler önüne seriyordu. Bu habere göre; bazı kişiler , İngilizlerin emriyle Divân-ı Harb tarafından verilen karar üzerine idam edilmişlerdir.

 Tamamen iddialara dayalı olarak gerçekleştirilen bu idamlar, İtilaf güçlerinin, menfaâtleri için insanların en temel hakkı olan yaşama hakkını bile ellerinden alarak, insan hayatını nasıl hiçe saydıklarını gösteren önemli birer örnek durumundadırlar.

 Bunların yanında, İstanbul’da işgal kuvvetleri tarafından, 31 Ağustos 1920 tarihinde Harbiye Nezaretine gönderilen bir yazı ile de, hiç bir sebep yokken, İstanbul’un çeşitli mahallelerinde bulunan ve adresleri bildirilen bazı evlerin, öngörülen tarihlere kadar boşaltılarak kendilerine teslim edilmesi istenmiş ve daha sonra da, bu evlerde kendileri oturmaya başlamışlardır.

 İşgal Kuvvetlerinin bu isteği karşısında, Hükümetin öngörülen tarihlerde  evleri boşaltarak onlara teslim etmekten başka bir şey yapamaması da, halkının can ve mal güvenliğini sağlamak noktasında bile, çaresizlik içinde bulunduğunu ve olaylar karşısındaki aczini anlatmaya yetiyordu. Bu husus, aynı zamanda memleketin içinde bulunduğu kötü şartlar ile yaşanan otorite boşluğunun da bir göstergesi durumundaydı.

 Memleketin adeta sahipsiz olduğu bu sırada, millet yoksul düşmüş, açlık ve zulümden ölenlerin sayısı artmış, binlerce Türk köyü, yüzlerce Müslüman şehir ve kasabası

yakılıp  yıkılmış, halk ülke içinde seyahat edebilmek için İtilâf Devletlerinden izin almak durumunda kalmıştı. Bir çok yerde kanun hakimiyeti ve düzen kalmamış, eşkıya çetelerinin sayısı hızla artmış ve bunlar halkı haraca bağlamışlardı.

 Mondros Mütarekesi ve sonrasındaki gelişmeler, zaten, bütün ülkede, geniş ölçüde bir çözülme ve çöküntü hali meydana getirmişti. Bu durum, özellikle İzmir’in işgalinden sonra daha da feci bir hal alınca, halkta da, İstanbul Hükümetinin, icraatında gösterdiği beceriksizlik yüzünden, ülkenin sürüklenmekte olduğu korkunç akıbete bir çare bulabileceği ümidi kalmamıştı. Halkın ümitsiz, moralsiz ve çöküntü halinde bulunduğu ve devlet ve milletin her türlü ihanetle karşı karşıya kaldığı bu dönemde, koskoca Osmanlı toplumunda; 1) Padişah ve onun etrafında toplananlar 2) Osmanlı Devleti’ni yenen devletlere alet olanlar 3) İstanbul İttihat ve Terakki teşkilatına bağlı olanlar gibi, çekilen sıkıntılara çare olamayacak, sadece üç teşkilâtlı kuvvet mevcut idi.

 Görüldüğü gibi, zararlı cemiyetlerin ortaya çıkışı sırasında, ülkenin, devletin ve milletin genel durumu ile, içinde bulunduğu şartlar, oldukça kötü ve içinden çıkılmaz bir halde idi.

 2. Zararlı Cemiyetlerin Ortaya Çıkışı

 Hükümetin, memleket leyhinde bir icraatta bulunabileceğinden tamamen ümidin kesilmesi, ülkede çeşitli çabalar, akımlar ve mücadeleleri başlatmıştı. Bu mücadelelerin memleket yararına ve zararına olmak üzere iki ana istikamette geliştiği görülmekte idi. Ülke zararına olarak, Rum, Ermeni, Kürt hareketlerinin yanında, manda taraftarlarının faaliyetleri de söz konusuydu.

 Bu mücadeleler ve faaliyetler çerçevesinde, her gün ülkede, Millî Mücadele leyhinde yada aleyhinde faaliyet gösteren, gizli veya açık, yeni, fırka, kulüp ve cemiyetler kuruluyordu. Bunların bazıları sözde memleketi kurtarmak için, bazıları tamamen Türk milleti ve memleketinin aleyhinde faaliyet göstermesi için, bazıları da sadece kurucularının kendi menfaatlerini korumak için teşkil ediliyorlardı.

 Bu dönemde, o kadar çok zararlı cemiyet kurulmuştur ki, burada, hepsini ele almamız mümkün değildir. Bu sebeple, belli başlılarını ele alarak, bunlar üzerinde durmaya çalışacağız.

 Çok çeşitli maksatlarla, değişik kişi ve gruplar tarafından kurulmuş olan zararlı cemiyetleri, kurucuları, amaçları ve faaliyetleri yönlerinden farklı şekillerde tasnif etmek mümkündür. Bu çerçevede, bu cemiyetleri, Türkler ve azınlıklar tarafından kurulanlar, yada, ayrılıkçı, mandacı, idare-i maslahâtçı, statükocu ve çıkarcı şeklinde bir tasnife tâbi tutabileceğimiz gibi, aşağıda görüldüğü üzere de tasnif edebiliriz.

 Ele alarak tasnif edeceğimiz zararlı cemiyetlerin belli başlıları şunlardır: 

  •  
    • 1) Hıristiyanlar (Rumlar - Ermeniler) tarafından kurulanlar
  •     a) Rumlar tarafından kurulanlar
    • aa) Etniki Eterya Cemiyeti
    • ab) Pontus Rum Cemiyeti
    • ac) Mavri Mira Cemiyeti
  •       b) Ermeniler tarafından kurulanlar
    • ba) Hınçak Cemiyeti
    • bb) Taşnak Cemiyeti
    • 2) Yahudiler tarafından kurulanlar
    • a) Makabi Cemiyeti

        b) Alyans İsrail Cemiyeti

  •  
    • 3) Müslümanlar (Türkler - Kürtler) tarafından kurulanlar
    • a) Türkler tarafından kurulanlar
    • aa) Manda ve himaye taraftarı olanlar
    •     aaa) Wilson Prensipleri Cemiyeti
    •     aab) İngiliz Muhibleri Cemiyeti
    • ab) Manda ve himaye taraftarı olmayanlar
    •   aba) Teali İslam Cemiyeti
    •   abb) Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası
    • b) Kürtler tarafından kurulanlar
    • ba) Kürt Teali Cemiyeti

  Şimdi, bu zararlı cemiyetleri, yaptığımız tasnife göre incelemeye çalışalım.

 3. Hıristiyanlar (Rumlar-Ermeniler)Tarafından Kurulan Zararlı Cemiyetler

 Ülkenin her yönden büyük sıkıntı içinde bulunduğu ve Türk halkına karşı tam bir katliam hareketinin başlatıldığı bu dönemde, Hıristiyan azınlıklar ise, adeta azmış bir vaziyette kendi özel maksatlarını gerçekleştirmek için gizli veya açıkça, Türkler aleyhindeki faaliyetlerini sürdürmeye çalışırlarken, İtilâf Devletlerinden de, büyük destek görüyorlardı. Onların, milletimizin haysiyet ve şerefini kırıcı yönde çılgınca hareket ettikleri bu sırada, Batı Anadolu’da Yunanlılar ve yerli Rumların, Doğu Anadolu’da ise, Ermenilerin, Türkler aleyhindeki taşkınlık ve katliamları olanca hızıyla devam ediyordu. Gerek Ermeniler ve gerekse Rumlar, Türkler aleyhindeki çalışmalarını, kurdukları cemiyetler vasıtasıyla da, gayet organize bir şekilde sürdürüyorlardı.

 Şimdi bu cemiyetleri ve faaliyetlerini ortaya koymaya çalışalım.

a) Rumlar Tarafından Kurulan Zararlı Cemiyetler

 İzmir’in işgali ile birlikte, Yunanlılar tarafından başlatılan taşkınlık ve katliam hareketlerine, yerli Rumlar da, yağmalama, zulüm ve katliam hareketleri ile katılarak,

Yunan işgalini kolaylaştırmaya yönelik bir çaba içine girmişlerdir. Yüzlerce yıldan beri, Osmanlı topraklarında Yunan menfaatlerini temsil eden ve Rumların teşkilatlanarak harekete geçmesinde en büyük rolü oynayan Rum Patrikhanesinin, bu etkinliklerin merkezi haline gelmesi ve çalışmaların koordileli bir şekilde buradan idare ediliyor olması, Türk ve Müslüman halkı daha da zor duruma sokmuş ve adeta kan kusturmuştur. Rumların taşkınlıkları, o kadar büyük boyutlara ulaşmıştır ki, işgal sırasında Türklere karşı sert bir tutum takınmış olan, İzmir İşgal Kuvvetleri Kumandanı Albay Zafiriu’yu bile, bu durumdan rahatsız olmuş ve O, 18 Mayısta bir beyannâme yayınlayarak, Rumları durdurmaya ve böylelikle asâyişi temin etmeye çalışmıştır.

 Bitmek bilmeyen kin ve nefret duyguları sebebiyle,Türkler aleyhine zulüm ve katliam hareketlerine girişmekle kalmayan Yunanlılar ve yerli Rumlar, Türklerin maruz kaldığı insanlık faciasını örtmek ve böylelikle kendilerine karşı Dünya Kamuoyunda bir tepki oluşmasını önlemek maksadıyla, “Türkler Hıristiyanları Katlediyor” diyerek, büyük bir yalan propaganda kampanyası başlatmışlardır. Yunanlılar tarafından tertiplenen bu gerçek dışı propaganda, çok geçmeden İtilâf Devletlerinin dikkatini çekmiş ve bu olayla ilgilenmelerini sağlamıştır.

 Bu çerçevede, İtilâf Devletleri kendi temsilcilerinden oluşan ve Batı Anadolu’da Yunan propagandaları ve Türklerin durumuyla ilgili olarak yerinde incelemeler yapmak ve gerçekleri ortaya çıkardıktan sonra hükümetlere bildirmek üzere bir komisyon kurmaya ve komisyonu bu bölgeye göndermeye karar vermişlerdir.

 İtilâf Devletleri tarafından teşkil edilen, Amiral Bristol başkanlığındaki bu komisyon tarafından, Batı Anadolu’da yapılan incelemeler sonunda, 12 Ekim 1919’da hazırlanan rapor, bölgede Hıristiyan katliamının söz konusu olmadığını, tam tersine Yunanlılar tarafından büyük bir Türk katliamının gerçekleştirilmekte olduğunu ortaya koymuştur.

 İnsanlık dışı bu faaliyetlerine, çeşitli zararlı cemiyetleri de ekleyen Rumlar, bu dönemde, sadece İstanbul’da, kendileri leyhinde çalışmalar gerçekleştiren 112 adet cemiyet kurmuşlardır. Bu sebeple, en faal olanlarına değinmek durumundayız.  

  aa) Etniki Eterya Cemiyeti

 Etniki Eterya (Millî Ortaklık) Cemiyeti, 16 Ocak 1814 tarihinde Odesa’da, Aleksandır İpsilanti, Diyamandis İpsilanti ve Mihail Fotiyadis arasında, Yunanistan’ın bağımsızlığa kavuşmasını sağlamak fikri çerçevesinde yapılan toplantıda, on yedi maddelik bir metinin okunmasıyla temelleri atılmış ve daha sonra, Emanuil Ksantos, Nikolaos Skufos ve Anastasyas Çakalof tarafından kurulmuştur.

 Etniki Eterya Cemiyetinin amacı; gerek Türkiye içinde, gerekse diğer ülkelerde bulunan Yunanlıları, Türkler aleyhinde harekete geçirerek ayaklandırmak ve bu suretle Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasını sağlamaktır. Cemiyet, kendisine Yunan istiklal hareketini desteklemeyi, doktrin ve aksiyon programı haline getirmiştir.

 Etniki Eterya; Balkanlarda, Romanya, Bulgaristan, Sırbistan bölgelerinde, Yunan, Slav ve Ortodoksların katılımıyla ayaklanmalar çıkartan ve Yunanistan istiklali için projeler hazırlayan, bu projeleri, 1820 yılında, Yunan İhtilal Programı haline dönüştürerek, aynı zamanda kendi programı haline de getiren bir ihtilal cemiyetidir. Bu ihtilal cemiyeti, Anadolu da ise, özellikle Ege bölgesini kendisine çalışma alanı seçmiş ve bölgede yaşayan Rumları, Türkler aleyhinde teşkilatlandırarak harekete geçirmiştir. 

 Özellikle, 1821 Mora isyanı ve bu isyanın sonucunda Mora ve adaların Osmanlı kontrolünden çıkması, cemiyetin Türkler aleyhinde gerçekleştirdiği önemli faaliyetlerdendir. Zaten bu olay ile başlayan süreçte, 1830 yılında Yunanistan bağımsızlığına kavuşmuştur. Böylelikle, Etniki Eterya da, bir devletin doğumuna, bir imparatorluğun ölümüne çalıştığı meşhur kimliğiyle, amacına ulaşmıştır.

 Yunanistan’ın bağımsızlığına kavuşmasından sonra da faaliyetlerini sürdüren cemiyet, bu defa Yunan topraklarını genişletmek maksadıyla ortaya çıkmış ve özellikle 1904 yılından itibaren, diğer cemiyetlerle birlikte Karadeniz Bölgesi’nde, bir Pontus Devleti kurulması fikrini canlandırmaya çalışmıştır. 1912 Balkan Harbinden sonra da, bu amacın gerçekleştirilmesi için çaba göstermiştir.

 ab) Pontus Rum  Cemiyeti

 Pontus Rum Cemiyeti; 1904 yılında Merzifon Amerikan Kolejinin yardımıyla İstanbul merkez olmak üzere kurulmuş ve özellikle İstanbul Fener Rum Patrikhanesinden aldığı destekle, Karadeniz bölgesinde, başta Samsun, Trabzon gibi şehirler olmak üzere, değişik yerlerde şubeler açmıştır.

 Pontus Rum Cemiyetinin amacı; Rumları siyasî bir yapı altında birleştirerek, Rize’den İstanbul Boğazına kadar uzanan Kuzey Anadolu toprakları üzerinde bir Rum Devleti kurmak ve daha sonra buraları Yunanistan ile birleştirmektir.

 Cemiyet tarafından bastırılan bir haritaya göre, kurulması planlanan devletin sınırlar da, merkezi Samsun olmak üzere, Batum’dan İnebolu’nun batısına kadar olan Karadeniz kıyıları ile Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve Erzincan’ın bir kısmı olarak belirlenmiştir.  

 Bu bölgede bir devlet kurma amacına ulaşabilmek için, Türklere karşı silahlı bir mücadeleye girişilmesi gereği üzerinde duran cemiyet, çeşitli yerlerde Rum gençlerinden Pontus çeteleri oluşturmuştur. Oluşturulan çeteler vasıtasıyla da, sözü edilen şehirler ile onlara bağlı köy ve kasabalarda, Batı Anadolu’daki Rum çetelerinin eylemlerine benzer, çeşitli katliam ve zulüm hareketlerine girişmiştir. Bu çerçevede, sadece 1921 yılı içerisinde, Samsun, Çarşamba, Terme, Amasya, Merzifon, Vezirköprü, Ladik, Havza, Tokat ve Erbaa civarında 1641 kişi öldürülmüş, 923 kişi de yaralanmışlardır.

 Cemiyet, doğrudan Yunan Hükümetinden aldığı direktiflerin yanında, özellikle Fener Rum Patrikhanesi, Merzifon Amerikan Koleji, 1908 de kurulan Müdafaa-i Meşruta adlı ihtilal teşkilatı ve gerektiğinde kendilerine destek vermeyenlere ölüm cezası bile verebilen Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti ve Trabzon civarında oldukça yoğun faaliyet içerisinde bulunan, Rum Metropolitliği ile işbirliği içinde çalışmıştır

 ac) Mavri Mira Cemiyeti   

 Mavri Mira Cemiyeti; 1919 yılında, on iki Rum cemiyetinin kendi aralarında birleşerek yeni bir cemiyet kurmaları suretiyle ortaya çıkmıştır. Yunan Hükümeti, Rum Patrikhanesi ve din adamlarının büyük desteği sonucu kurulmuştur.

 Mavri Mira Cemiyetinin amacı; Megalo İdea (Büyük Ülkü) fikri doğrultusunda, İnebolu’dan Muğla’ya çekilecek bir çizginin batısında kalan, İstanbul, Trakya ve Batı Anadolu’nun Yunanistan’a ilhakı için gerekli zemini hazırlamaktır.

 Bu çerçevede, adı geçen bölgelerde Rum gençlerinden silahlı çeteler oluşturarak, Türk halkının üzerine saldırtan cemiyet, özellikle Ege ve Marmara kıyıları ile Kırklareli dolaylarında yoğun faaliyet içerisinde idi. Mavri Miraya bağlı Rum çeteleri, başta İstanbul olmak üzere Çeşme, Urla, Söke, Ayvalık ve bir çok yerleşim merkezinde, Türk köylerini basarak katliam, baskı, hırsızlık gibi akla gelebilecek her türlü insanlık dışı davranışlarda bulunmuşlardır. 

 Doğrudan doğruya Venizelos’tan direktif alarak, Rusya’dan göç ettirilen Rumlara, ilaç ve insanî malzeme adı altında, silah ve cephane dağıtan cemiyet, Yunan Kızılhaçı, Göçmenler Komisyonu ve Ermeni Patrikhanesi gibi kuruluşlarla işbirliği içinde çalışmıştır.

 b) Ermeniler Tarafından Kurulan Zararlı Cemiyetler

 Tarihte ilk Türk Ermeni ilişkileri 1018 yılında, Selçuklular devrinde başlamış ve Selçuklularla Ermeniler, yaklaşık üç yüz yıl boyunca dostça yaşamışlardır.

 Türk Ermeni ilişkileri, Osmanlı Devleti’nin kurulmasından sonra da uzun bir süre aynı çizgisini korumuş ve XIX. yy ikinci yarısına kadar dostluk havası içerisinde devam etmiştir. Bu dönemde, Türklerden daha rahat bir hayat süren Ermeniler, tarım, ticaret ve özellikle kuyumculukla uğraşarak bir hayli zengin olmuşlardır.

 Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin hoşgörü yönetimi sayesinde, 1461 de İstanbul’da Ermeni Patrikliğinin açılmasıyla dinî serbestliğe kavuşurlarken, 1860 da da Ermeni Meclis-i Umumi-i Millîsi adlı bir meclis kurmalarına izin verilerek, dinî, millî ve sosyal meselelerini istedikleri gibi müzakere etmek ve düzenlemek imkanına kavuşmuşlardır. Bu sayede, kendilerini her yönden geliştirme fırsatı bularak, devletinin çeşitli kademelerinde görevler alan Ermeniler, Osmanlı yöneticileri tarafından millet-i sadıka olarak isimlendirilmişlerdir.

 Ancak, gerek Balkanlardaki etnik unsurların ayrılıkçı faaliyetleri, gerek milliyetçilik akımı ve en önemlisi de başta Rusya olmak üzere büyük devletlerin  kendi menfaatleri doğrultusunda kışkırtmaları sonucunda Ermeniler de, XIX. yy lın ikinci yarısından itibaren ayrılıkçı hareketlere başlamışlardır. Bu çerçevede, özellikle I. Dünya Savaşı sırasında Ruslarla işbirliği içerisinde hareket ederek, Türk askerlerini arkadan kuşatıp imha etmeyi planlamışlardır.

 Wilson ilkelerinin on ikinci maddesine dayanarak Doğu Anadolu’da bir devlet kurma hayaline kapılan Ermeniler, bu bölgede nüfuslarının daha kalabalık olduğunu iddia etmişlerdir. Amerikalı General Harbord başkanlığındaki bir heyetin bu bölgede nüfus sayımı yapacak olması üzerine de, gerçek dışı bu iddiayı ispatlamak için insanlıkla bağdaşmayan bir tutum sergileyerek, kurdukları çetelerle Van, Erzurum ve Erzincan da katliamlar yapmışlardır.

 Bu noktada, gerek savaş sırasında, gerekse mütarekenin imzalanmasından sonra, Türk milletini uğraştıran azınlık gruplarından belki de en önemlisi Ermeniler olmuştur. Çünkü Ermeni çeteleri, gerçekten oldukça vahşi bir tutum sergilemişlerdir. Adı geçen şehirlerde, erkeklerin topluca yakılarak öldürmesinden, kadınların ırzına geçilerek nehirlerde boğulmalarına, bir çoğunun daha ölmeden derilerinin yüzülmesinden, kol ve bacaklarının kesilmesine ve hatta ayaklarına nal çakılmasına kadar bir çok eylem sözü edilen Ermeni çetelerine aittir. Türklere karşı, daha ölmeden önce uygulanan ve tamamen gerçek olan bu işgence metotları, tarihi kayıtlara bile geçmiştir.   

 Hiç şüphe yok ki, vahşete dayalı bu Ermeni hareketini yönlendirenler, bu dönemde yada daha önceden kurulmuş olan Ermeni cemiyetleri idi. Bazıları Türkiye içinde bazıları da Türkiye dışında kurulmuş olan bu cemiyetler ise, Araratlılar, Mektep Sevenler, Kara Has,

Anavatan Müdafiileri,  Armenekon Partisi, Hınçak komitesi ve Taşnak komitesi idi. Bu

cemiyetler arasında radikal ve en faal olanları da Hınçak ve Taşnak komiteleriydi.

 Şimdi bu iki cemiyeti ele almaya çalışalım.

  ba) Hınçak Cemiyeti

 Hınçak Cemiyeti; 1877 yılında İsviçre’de . Kafkasyalı Nazarbek ve karısı tarafından bir komite olarak kurulmuştur İdeolojik olarak sosyalist ve merkeziyetçi bir yapıdadır.

 Hınçakın amacı; önceleri Van, Bitlis, Erzurum, Elazığ, Diyarbakır, Sivas ve Trabzon vilayetlerinde muhtar bir idare kurmak iken, daha sonra bu merkezi Revan olacak şekilde büyük bir Ermenistan devleti kurmak ve sözü edilen şehirleri de bu devletin sınırları içine katmak olarak değişmiştir.   

 İzmir, İstanbul ve Halep gibi şehirlerde şubeler açan cemiyet, ilk etapta, amacına ulaşabilmek için, Ermenilerin teşkilatlanmalarını ve silahlı çeteleri vasıtasıyla ihtilaller yapmaları gerektiğini lüzumlu görmüştür. Bu maksatla, Ermeni halkını harekete geçirmeye çalışmış ve 1913 yılında Köstence de gerçekleştirdiği kongresinde; Türkiye Ermenilerinin, kendi istek ve amaçlarını gerçekleştirmek için yasal yollara uymak zorunda olmadıklarını beyan etmiştir.

 Daha sonra, diğer azınlık unsurlarda görüldüğü gibi, silahlı çeteler oluşturarak Türk halkına karşı saldırıya geçmiştir. Bu çerçevede, Türklere karşı yukarıda sözünü ettiğimiz insanlık dışı katliam hareketlerini ve benzerlerini gerçekleştirmiştir.  

bb) Taşnak Cemiyeti

 Taşnaksütyun (Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği) Cemiyeti; 1890 yılında Ruslar tarafından Ermenilere Tiflis’te kurdurulmuştur. İhtilalci ve şiddet yanlısı bir yapıdadır.

 Bu cemiyetin amacı; kuzeyde Hazar Denizinden güneyde Antalya’ya ve batıda Sinop’un batısına kadar uzanan geniş topraklara sahip Birleşik Ermenistan devletini kurmaktır.

 Bunu gerçekleştirmek için de, 1892 yılında yapılan toplantısında, Türkiye’deki Ermenilerin silahlandırılması, silahlı eğitim yaptırılması, ileri gelen Türk devlet adamlarına suikastlar tertiplenmesi ve büyük bir silahlı ayaklanma için hazırlıklar yapılması kararlaştırılmıştır.

 Bu karar doğrultusundaki faaliyetlerin her aşamasında, en gaddar bir biçimde yer alan cemiyet, kurdurduğu çeteler vasıtasıyla akla gelebilecek her hareketlerin içinde bulunmuştur. Bu çerçevede, 21 Temmuz 1905 günü Padişah II. Abdülhamid’e bombalı bir suikast tertiplenmiş, padişah, cuma selamlığı uzadığı için bombanın erken patlaması sebebiyle şans eseri kurtulmuştu.

 Cemiyet, Türklere karşı tam bir soykırım faaliyeti gerçekleştirirken, sadece bununla yetinmeyip, dünya kamuoyunu kendi haklılıklarına da inandırmaya çalışmıştır. Bu maksatla, Doğu Anadolu’yla ilgili asılsız nüfus istatistikleri yayınlamaktan, hayali olaylar ve yalanlarla donatılmış eserler neşretmeye ve isteklerinin yerine getirilmesi için, Paris ve Londra’ya muhtıralar vermeye kadar, her türlü faaliyetin içinde yer almıştır.    

 4. Yahudiler Tarafından Kurulan Zararlı Cemiyetler

 Yahudiler, 1492 yılında İspanya’dan sürüldüğü zaman, kendilerine sığınma hakkı tanıyarak, ülkesine kabul eden devlet, sadece Osmanlı Devleti olmuştu. Bu tarihten itibaren,

Türklerle Yahudiler arasındaki ilişkiler de başlamış ve uzun bir süre iyi yönde gelişmiştir. Yahudiler, kendilerine yaşama hakkı verilen Osmanlı Devleti’nde, Türklerin hoşgörülü siyaseti sayesinde kültür, din ve ticaret serbestliği gibi imtiyazlar elde ederek, kendilerini geliştirmiş ve bir müddet sonra zenginleşmişlerdir.

 Yahudilerin ortak amacı, Filistin bölgesinde bir İsrail devleti kurmaktı. 1514 Çaldıran ve 1517 Ridaniye savaşlarından sonra, Arap yarımadasının kontrolü tamamen Osmanlıların eline geçince, Yahudilerin ele geçirmeyi planladıkları Filistin bölgesi de Osmanlı toprağı haline gelmişti.

 Osmanlı Devleti’ne müracaat ederek, Kudüs başta olmak üzere, bu bölgeyi satın alma isteğini dile getirebilme cesaretini bile gösteren Yahudiler, Padişahtan red cevabı alınca, hayal kırıklığına uğramışlardı. Bu hayalleri içlerinde bir uhde olarak kalan ve amaçlarına ulaşmak için beklemek durumunda olan Yahudiler, Mondros Mütarekesinin imzalanmasından sonra, o zamana kadar Osmanlı Devleti’nin sadece himmetine ve himayesine mazhar olmuş olmalarına rağmen, dostça ve dürüst davranmamaya başlamışlardı. Diğer iki azınlık gibi, terör ve şiddet faaliyetlerine girişmemekle birlikte, Rumlarla beraber çalışmayı kabul etmişler ve Hahamhane tıpkı Rum Patrikhanesi gibi, barış konferansına sunulmak üzere bir muhtıra hazırlatmıştı.

 Yahudiler, Filistin toprakları mütareke sonrası İtilaf Devletleri tarafından işgal edildiği ve Türklerin elinden çıkmasından sonra kendilerine ayrılacağına güvenleri olduğu için, Osmanlılardan toprak talebinde bulunmamışlardır. Ancak, Hahambaşı Naum Efendinin başkanlığında yürüttükleri faaliyetleri sırasında, İzmir’in işgalini mesud bir hadise olarak görecek ve İstanbul’da bulunan bir Amerikan heyetine, hiçbir devletin himayesi altına girmek istemediklerini, sadece Wilson prensiplerinde milletlere vaad edilen statüyü kabul edeceklerini bildirerek, Osmanlı Devleti hakkındaki düşüncelerini ortaya koymuşlardır. 

 Bir taraftan bu çalışmalarını gerçekleştirirken, diğer taraftan da Osmanlı Devleti’nde elde ettikleri, dinî, kültürel ve ticarî imtiyazlarını kaybetmemek için büyük çaba sarf etmişlerdir. Bu çerçevede, bol paralar harcayarak Makabi ve Alyans İsrail adında cemiyetler kurmuşlar ve Hahambaşının kontrolünde faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.

 Dolayısıyla gerek Makabi, gerekse Alyans İsrail cemiyeti, diğer azınlık cemiyetleri gibi, çetecilik faaliyetlerine dönük olmayıp, fiili baskı, zulüm ve katliam hareketlerinde bulunmamıştır. Bu sebeple, söz konusu cemiyetlerin konumuzla ilgili Anadolu’daki faaliyetleri hakkında fazla bilgi de mevcut değildir. O nedenle, tarafımızdan üzerlerinde daha detaylı durulması lüzumu görülmemiştir.

 Ancak, yanlış bir anlaşılmaya meydan verilmemesi gerekir. Çünkü, bu cemiyetler de, Yahudilerin, Türkler aleyhine olarak, mevcut durumdan en iyi şekilde nasıl istifade edebileceği hususu üzerinde çalıştıkları için, Anadolu’da faaliyet gösteren zararlı cemiyetler statüsündedirler. 

 5. Müslümanlar (Türkler - Kürtler)Tarafından Kurulan Zararlı Cemiyetler

 Mondros Mütarekesinin uygulanması ve özellikle İzmir’in işgali ile, işgal karşısında İstanbul Hükümetinin tutumu, Müslüman halk üzerinde olumsuz etki yaratmış ve onları umutsuzluğa sürüklemiştir. Bu umutsuzluk ortamında, bazı aydınlar da, kendilerine göre bir takım kurtuluş çareleri aramaya başlamışlar ve bu çerçevede, faaliyetlerinden dolayı zararlı cemiyetler kategorisinde ele aldığımız, çeşitli cemiyetler kurmuşlardır.

 Türkler yada diğer Müslüman etnik unsurlar tarafından kurulan ve sayıları bir hayli fazla olan bu cemiyetlerin hepsini burada incelememiz mümkün değildir. Dolayısıyla belli başlı cemiyetlere değinmeye çalışacağız.

   a) Türkler Tarafından Kurulan Zararlı Cemiyetler

 Türkler arasında da bir kısım aydınlar, İzmir’in işgalinden sonra memleketin kurtarılabileceğine dair tüm ümitlerini yitirmişlerdi. Kendilerini umutsuzluğa kaptıran bu kişiler, artık mücadelenin hiç bir fayda sağlamayacağını düşünüyorlardı. Onlara göre, ya galip devletlere hoş görünerek bazı tavizler koparılmalı ya Padişahın etrafında toplanılmalı yada İslam dininin birleştiricilik özelliğinden istifade edilmeliydi.

 Bu kişiler, devletin içinde bulunduğu zor durumdan , ancak bu yollardan birisinin benimsenmesiyle kurtarılabileceğini düşünüyorlardı. Bu düşüncelerine uygun olarak da, manda ve himayeci, Padişah taraftarı yada İslam dininin etrafında toplanılmasını sağlayacağına inandıkları çeşitli cemiyetler kurmuşlardır.

 Şimdi bu cemiyetleri görmeye çalışalım.

 aa) Manda ve Himaye Taraftarı Olan Zararlı Cemiyetler  

 Mevcut şartlar içerisinde devletin kurtarılabileceğine dair bütün umutlarını yitirmiş, millî irade aşkında yoksun aydınların bazıları ise, galip devletlerden birisinin koruyuculuğu altına girerek, işin içinden çıkılabileceğini düşünüyorlardı. Bu çerçevede, onlar, başvurabilecekleri yollardan birisini de, kendi düşüncelerine uygun manda ve himaye taraftarı cemiyetler kurmak olarak görmüşler ve bu tür cemiyetler kurmuşlardır.

 En önemlileri Wilson Prensipleri Cemiyeti ve İngiliz Muhibleri Cemiyeti olan bu cemiyetleri daha yakından tanımaya çalışalım.

 

 aaa) Wilson Prensipleri Cemiyeti

 Wilson Prensipleri Cemiyeti; 4 Aralık 1918 tarihinde İstanbul’da, çoğunluğu gazeteci-yazar, doktor, avukatlardan oluşan bir aydın grubu tarafından, Amerika’dan yardım sağlamak umuduyla kurulmuştur. Böyle bir cemiyeti kurma fikri ilk olarak, Wilson Prensiplerinin 12. maddesinin uyandırdığı umutla, Halide Edip (Adıvar) dan çıkmıştır.

 Cemiyetin amacı, önce Amerika’nın dostluğunu kazanarak, Wilson Prensiplerine uygun bir barışın gerçekleştirilmesini sağlamak için çalışmak, daha sonra da, Türkiye’yi Amerikan mandası altına sokarak, ülkenin kurtuluşunu temin etmekti.

 Bu cemiyeti kuranların Amerikan mandasını istemekteki başlıca dayanak noktası, Osmanlı Devleti’nin çoğunluğu Türk olan bölgelerinin bile bağımsız kalamayacağı, paylaşılacağı yahut bir başka devletin himayesi altına gireceği endişesi idi. Onlara göre, eğer Amerikan mandası altına girilirde, Amerika’nın rehberliği ve liderliği ile kalkınacaktık. Ayrıca eğer Amerikalılar çekip gitse bile, arkalarında kuvvetli, müreffeh, kültürlü, bütün etnik unsurları müşterek değerlere sahip bir Türkiye bırakacaklardı. Bunlardan başka, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu çeşitli askerî, siyasî, ekonomik problemlerin yanında, mutlaka cezalandırılacağı inancı da, bu kişileri amerikan mandası fikrine itmiştir.   

 Kısa ömürlü fakat oldukça tesirli olan bu cemiyet, özellikle basın yayın yoluyla, Amerika leyhinde kamuoyu oluşturmak için büyük çaba sarf etmiştir. Türkiye’nin Amerikan mandası altına girmesi için her yola başvuran cemiyet yöneticileri 5 Aralık 1918 tarihinde Amerika Başkanı Wilson’a gönderdikleri bir muhtıra ile, resmen Amerikan mandasını talep etmişlerdir.

 Ancak, Wilson Prensipleri Cemiyeti de, diğer manda ve himaye taraftarı cemiyetler gibi, Millî hareket güç kazanarak, günden güne zafere doğru ilerledikçe, kan kaybetmiş ve Millî Mücadelenin zaferle sonuçlanmasıyla yok olmuştur.

 aab) İngiliz Muhibleri Cemiyeti

  Manda ve himaye taraftarlarının savundukları en önemli görüşlerden birisi de, İngiltere’nin koruyuculuğunun temini fikri idi. Onlara göre, özellikle Türklerle - İngilizler arasında, yüzyıllardan beri sürüp gelmekte olan samimi ilişkiler yeniden canlandırılır, İngilizlerin sempatisi kazanılır ve himayeleri sağlanırsa, Osmanlı Devleti ile ilgili uygulanmak istenen zararlı kararlardan bir çoğu önlenebilirdi.

 Aydınlardan bir kısmının bu tür düşünceler içinde, kurtuluş çareleri aradıkları bu dönemde, İngilizler de, İstanbul’da daha aktif ve güçlü olarak nüfuzlarını kuvvetlendirmek ve kendileri leyhinde propaganda yaptırarak, kamuoyu oluşturtmak maksadıyla çeşitli arayışlar içerisine girmişlerdi. Bu maksatla  özellikle İstanbul’da elde edecekleri Türklere kendileri leyhinde faaliyet gösterecek bazı cemiyetler kurdurarak, bu hedeflerine ulaşmayı planlıyorlardı.

 Bu sebeple, daha önce değişik ülkelerde İngiltere adına çeşitli cemiyetlerin kuruluşu sırasında görev almış olan, Papaz Frew’e bu görevi verdiler. Frew, bu dönemde Osmanlı Devleti’nin mevcut hukuk sistemine göre böyle bir cemiyeti kuramayacak olması sebebiyle geri planda kalarak, kendi adına bu cemiyetin kuruluşunu gerçekleştirecek, Türk yandaşlar aramaya başladı. Bu sırada, zaten, çıkardığı Yeni İstanbul gazetesinde, İngiliz himayesinin kabul edilmesi yönünde fikirler beyan etmekte olan Sait Molla, İngilizler leyhinde faaliyetler gerçekleştirecek olan bu cemiyeti kurmaya talip oldu.

 Frew ile işbirliği içinde cemiyeti kurma çalışmalarına başlayan Sait Molla, İngilizlerin isteği doğrultusunda ilk önce kurulacak böyle bir cemiyete kaç kişinin üye olacağını tespit etmek maksadıyla bir ön çalışma yaptı. Bu çalışmanın başarılı sonuçlar vermesinin ardından aldığı talimât doğrultusunda harekete geçen Molla, 20 Mayıs 1919 günü cemiyetin beyannâmesini Dahiliye Nezaretine vererek İngiliz Muhibleri Cemiyetini resmen kurdu.

 Aslında bu dönemde Osmanlı Devleti’nde yürürlükte olan Cemiyetler Kanununa göre, böyle bir cemiyetin kurulmasına imkan yoktu,. Ancak, cemiyetlerin kuruluşunun Şurâ-yı Devlet tarafından onaylandığı Osmanlı Devleti’nde, Şurâ-yı Devlet azası olan Sait Molla, şahsî nüfuzunu kullanarak bunu gerçekleştirmişti. Dolayısıyla İngiliz Muhibleri Cemiyeti, Cemiyetler Kanununun müsaade etmemesine rağmen tamamen kişisel ilişkilere dayanılarak kurulmuştur.

 O dönemdeki mevcut hukuk sistemine göre, gayr-ı kanunî olan bu cemiyet, İngilizler ve İngiliz himayesi leyhinde propaganda yaparak kamuoyu oluşturmak ve böylelikle memlekete İngiliz himayesini getirebilmek amacını gerçekleştirebilmek için kurulmuştur. Bu sebeple cemiyet, hem kuruluş hem de teşkilâtlanması sırasında İngilizlerden büyük maddî ve manevî destek görmüştür. Cemiyet, bu desteğe bağlı olarak, İstanbul’daki genel merkezden başka, değişik vilayet, liva ve kazalarda şubeler açarak teşkilâtlanmasını gerçekleştirmiştir. Bu çerçevede, özellikle kuruluşundan itibaren işbirliği içinde çalışmalarını sürdürdüğü Hürriyet ve İtilâf Fırkasının şubeleri bulunan yerleşim birimlerinde şubeler açarak, bu fırkaya paralel bir teşkilât ağı kurmuştur.

 Cemiyetin bu teşkilât ağına bağlı olarak kısa sürede üye sayısı da artmıştır. Bunun iki önemli sebebi vardır. Birincisi; cemiyet İngiltere’den aldığı maddî yardımlar sayesinde büyük ekonomik imkanlara sahip olmuştur. Bu imkanı diledikleri gibi kullanan cemiyetin idarecileri, halka paralar dağıtarak üye sayısını arttırmışlardır. İkincisi ise; devrin önemli devlet adamlarından bazıları cemiyetin üyesidir. Bu durum halkın cemiyete üye olması konusunda olumlu tesir yapmıştır.

 Üye sayısının artmasıyla cemiyette iki ayrı görüş ve iki farklı üye tipi ortaya çıkmıştır. Birinci görüş; “Samimi olarak İngiliz dostluğu ve yardımının sağlanması ve bunun için çalışılması gerektiği şeklindeydi. İkinci görüş ise; “Memlekete mutlaka İngiliz himayesinin getirilmesi ve bunun için çalışılması gerektiği” idi. Bu durum kısmen de olsa cemiyette bir bölünme meydana getirmişti. Ancak zamanla ikinci görüşü benimseyen üyelerin sayısının artmasıyla birinci görüşü savunanlar etkisiz kaldıklarından, bu durum ortadan kalkmıştır.

 İngiliz Muhibleri Cemiyeti, üyelerinin durumu açısından diğer cemiyetlerden farklı özellikler gösterir. Her şeyden önce, bu dönemde, Osmanlı Devleti’nde yürürlükte olan Ümerâ, Erkân ve Zabitânın Cemiyetlere Üye Olup Olamayacaklarına Dair Kanunun yasaklamasına rağmen, cemiyetin üyeleri arasında bu sıfatları taşıyan önemli devlet adamları bulunuyordu. Bunun yanında, başka cemiyetlerde pek rastlanmamakla birlikte, kadın üyelerin varlığı söz konusu idi.

 Cemiyetin bu farklı durumu ve özellikle İstanbul’daki İngiliz memurlarıyla olan ilişkisi halkın dikkatini çekiyordu. Yöneticileri, halkın bu durumdan olumsuz etkilenmemesi için yaptıkları açıklamalarda, “İngiliz Muhibleri Cemiyetinin manda ve himaye taraftarı olmadığını ve dünyadaki bütün Müslümanların rahat ve huzura kavuşması için çalıştığını” söylüyorlardı.

 Cemiyetin idarecileri özellikle dînî motiflerle süslü konuşmalarında, halkın dînî duygularını istismar ediyor ve cemiyeti, bir hayır kuruluşu gibi göstererek, olduğundan farklı tanıtıyorlardı. Bu kişiler adeta cemiyetle ilgili olarak halka doğruları söylememeyi alışkanlık haline getirmişlerdi. Nitekim bu durum cemiyetin amaçlarının açıklanması sırasında da kendisini göstermiş ve cemiyetin amacının; sadece İngiliz dostluk ve yardımının elde edilmesi için çalışmak olduğu ilan edilmişti. Halbuki cemiyetin asıl amacı, memlekete İngiliz himayesini getirmek idi. Bu noktada, cemiyetin, açık ve gizli olmak üzere iki farklı amacı ortaya çıkıyordu.

 Cemiyetin ideolojik yapılanması da, asıl amacı olan İngiliz himayesinin kabul edilmesi hedefini gerçekleştirmeye yönelik şekilde oluşturulmuştu. Sait Molla ile Papaz Frew tarafından ortaya konulmuş olan bu ideoloji; ülkenin yegane kurtuluş yolunun İngiliz himayesinin kabul edilmesi olduğu idi.

 Bu ideoloji çerçevesinde bir strateji takip eden cemiyet, strateji olarak kendi planlarının önünde engel gördüğü Millî hareketi ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Bu stratejiye uygun olarak, Millî hareket aleyhinde yürütülecek mücadeleye göre yapılanan cemiyet, bütün birimleriyle bu hareketi yok etmeye çalışmıştır.

 Cemiyet, Millî Mücadeleyi başarısız kılmak ve daha sonra İngiliz himayesini gerçekleştirmek için, siyasî, askerî, iktisadî, casusluk ve eğitim öğretim alanında olmak üzere  top yekün bir faaliyet yürütmüştür.

 Siyasî faaliyetlerini genellikle İstanbul’da sürdüren cemiyet, Padişah ve Hükümetlerle iyi ilişkiler kurmaya büyük önem vererek, onların gücünden istifade etmeye çalışmıştır. Son Osmanlı Mebusân Meclisine karşı ise; Meclis milliyetçi bir çizgi takip ettiği için, bunu kendi menfaâtlerine uygun bulmadığından, açıldığı günden itibaren düşmanca bir tavır takınmıştır. Hatta Son Osmanlı Mebusân Meclisinin kapatılmasını isteyecek kadar ileri gitmekten çekinmemiştir.

 Cemiyetin üzerinde önemle durduğu faaliyetlerinden birisi de propaganda çalışmalarıdır. Bu çerçevede İstanbul’da Millî Mücadele aleyhinde yayın yapan gazetelerle iyi ilişkiler içindeki cemiyet, bir müddet sonra Türkçe İstanbul adıyla bir gazete çıkararak propaganda çalışmalarını sürdürmüştür. Ancak Heyet-i Temsiliye, İngiliz Muhibleri Cemiyetinin yayın organı Türkçe İstanbul ile Alemdar ve Peyâm-ı Sabah gibi gazetelerin halk üzerindeki olumsuz tesirleri sebebiyle Anadolu’ya sokulmasını yasaklayarak engellemiştir. Bunun üzerine cemiyet, ajanlarını din adamı ve sağlık personeli kisvesi altında Anadolu’ya göndererek bu konudaki faaliyetlerine devam etmiştir.

 Cemiyetin faaliyetleri arasında değinilmesi gereken bir husus da ekonomi alanındaki icraatlarıdır. Yalnız bu cümleden ekonomiyle alakalı bir iş anlaşılmasın. Söylenmek istenen, memlekette büyük ekonomik sıkıntılar yaşanırken, İngilizlerden aldığı paralar sayesinde bu konuda bir sıkıntısı olmayan cemiyetin, Millî Mücadele aleyhindeki hareketlerin tertiplenmesi ve İngiliz himayesinin gerçekleştirilmesi için harcadığı büyük miktardaki paralar ile bazı devlet adamlarına verdiği rüşvet ve üyelerine maaş adı altında bol keseden dağıttığı paralardır.

 İngilizler leyhindeki politikalarıyla İngiliz himayesinin gerçekleştirilmesi için çalışan cemiyetin, bu noktada üzerinde durduğu bir konu da kalıcı İngiliz taraftarlığının temini idi. Bunun için eğitim - öğretim faaliyetlerinin etkili olacağı düşüncesiyle bu faaliyetlere de girişen cemiyet, İstanbul’da İngilizce öğretim yapan bir okul açmıştır.

 İngiliz Muhibleri Cemiyetinin en faal olduğu çalışma alanlarından birisi de casusluk faaliyetleridir. Cemiyet bu işe ayrı bir önem vererek çalışmalarını sürdürmüştür. Bu sayede Millî Mücadele hakkında elde edeceği bilgileri İngilizlere vererek, hem bu hareketi başarısız kılmak, hem de kendi durumunu sağlamlaştırmak isteyen cemiyet, kurduğu istihbarat ağı ile zaman zaman bir casusluk teşkilâtı gibi çalışmıştır. Bu çerçevede, bir ara İstanbul’da Millî Mücadele taraftarlarınca kurulmuş olan Felâh Grubunun özünü teşkil eden Hamza Grubunun şifre anahtarını ele geçirerek, Millî Hareketin yapmayı planladığı işlerden önceden haberdar olmuştur.

 Cemiyet, siyasî hedefleri gerçekleştirmek için kurulmuş ve esasında bu konuda faaliyet gösteren bir teşkilâttır. Ancak, siyasî hedeflere ulaşmak için askerî başarının şart olduğu düşüncesi, onun askerî faaliyetlerin içinde yer almasını sağlamıştır. Bu çerçevede Millî Mücadele aleyhinde isyanlar tertiplemekten, bu hareketi lidersiz bırakarak yok etmek maksadıyla Ankara’da başta M. Kemal Paşa olmak üzere önemli ricale suikast tertiplemeyi planlamaya, gayr-ı Türkleri, Millî hareket aleyhinde kışkırtmaktan, düşmanla işbirliği yapmaya kadar değişik askerî faaliyetler gerçekleştirmiştir.

 Özellikle askerî alanda gerçekleştirdiği faaliyetlerle Millî Mücadeleyi başarısızlığa

uğratmaya çalışan cemiyet, Türk düşmanlarının Türklüğü yok etmek ideallerine hizmet etmek noktasında yoğun bir çaba sarf etmiştir. İngiliz Muhibleri Cemiyeti çatısı altında birleşenler, Millî Mücadele aleyhindeki faaliyetleri sırasında, kendi menfaâtlerine hizmet edecek her türlü imkanı sonuna kadar kullanmışlardır. Bu uğurda, Türk milleti ve onun ordusuna karşı, Yunanla işbirliği yapmaktan bile çekinmeyen bu kişiler, icraatlarıyla vatana ve millete büyük zarar vermişlerdir.

 İngiliz Muhibleri Cemiyeti, çalışmalarını Millî Mücadeleyi bir İttihatçı hareketi olarak gören ve İttihatçılara şiddetle karşı olduğu için İngilizler leyhinde bir politika takip eden Hürriyet ve İtilâf Fırkasıyla işbirliği içinde sürdürmüştür. Ancak cemiyetin işbirliği yaptığı kuruluş sadece bu fırka olmamıştır. Bu cümleden olarak, İlâ-yı Vatan, Tarîk-i Sâlâh, Ahmediye, Askerî Nigâhban, Kürt Teâli ve Teâli İslam gibi, İngiliz taraftarı her kuruluşla, Millî Mücadele aleyhtarlığı noktasında sıkı bir işbirliği içinde bulunmuştur.

 Bu faaliyetlerini yürüttüğü sırada üst kademelerde bulunan bazı memurlardan destek gören cemiyet, kendisine gösterilen bu destek ve yardımlarla adeta devletin resmî bir kuruluşu haline gelmiştir. Cemiyetin idarecileri de, sanki bir devlet kuruluşunun başındaki kişiler gibi hareket ederek, her türlü devlet işlerine karışmakla kalmamışlar, devletin yönlendirilmesinde de kendilerini yetkili sayan bir psikoloji içinde olmuşlardır.

 İngiliz Muhibleri Cemiyeti, işler istediği gibi gitmediği zaman, İngilizlerden aldığı destekle Padişaha muhtıra verecek ve bir çok defalar Hükümetleri tehdit edecek kadar kendisini güçlü görüyordu. Nitekim 27 Kasım 1919 tarihinde Padişaha verdiği muhtırada; “ Millî Mücadele ilkin İstanbul’da ve bizzat Zât-ı Şâhânenizin yakınları arasında meydana gelen ihtilalci bir akımdır.” diyerek, Padişahı bu harekete karşı daha sert tedbirler almadığı için tenkit ediyordu.

 Cemiyet, İngilizlerin devlet üzerindeki nüfuz ve güçlerine paralel bir konumda bulunuyordu. Buna bağlı olarak bir çok konuda haksız bir tutumla devlet işlerine karışırken, zaman zaman kendi planlarının önünde engel gördüğü bazı hususlarda bizzat İngilizlerin yardımını istiyor ve alıyordu. Örneğin, daha rahat çalışabilmek için, İngilizlere, vatansever bazı asker ve sivilleri tutuklatarak Malta’ya sürdürmesi, bu kategoride ele alınması gereken bir davranışıydı. Cemiyetin özellikle vatansever Türkleri tutuklatması ve çeşitli yerlerde tertiplediği iç isyanlarla, Türkü  Türke kırdırması ile İngilizlerle işbirliği içinde, Ermeni ve Rumları Türk milleti aleyhinde harekete geçirmeye çalışması, onun milliyet duygusundan yoksun olarak şekillendiğini ortaya koyarken, Türk milleti ve Millî Mücadeleye karşı büyük bir düşmanlık hali içinde bulunduğunu gösteriyordu.

 İngiliz Muhibleri Cemiyeti, Millî Mücadele yıllarında Türk milleti aleyhinde gerçekleştirilmeye çalışılan karanlık oyunların her aşamasında rol almıştır. Özellikle büyük paralar harcayarak, halkı kendi yanına çekmek suretiyle, Millî Mücadeleye düşman yapmaya çalışması da bizzat halka, Millî hareketi yok ettirmeye yönelik bir oyundur. Ancak cemiyetin bu planlarına rağmen Millî hareket, halktan aldığı destekle her geçen gün daha da güçlenmiştir. Bunun üzerine, cemiyetin hedefinden uzaklaşarak etkisini kaybetmeye başladığını gören idarecileri, çaresizlik içinde çırpınarak, son bir gayretle onu daha da zararlı bir hale sokmaya çalışmışlardır.

 İngiliz Muhibleri Cemiyeti, Millî hareket güçlendiği ölçüde zayıflama sürecine girmiştir. Bu süreç çok geçmeden cemiyet içerisinde başarısızlığın sebebini arayan bir muhalefet grubunu ortaya çıkarmıştır. Bu grubun cemiyette iktidarı ele geçirmek için bir mücadele başlatması da, tabiî olarak bölünmeyi beraberinde getirmiştir.

 Cemiyet içinde yaşanan iktidar kavgası ile Millî Mücadelenin başarıya doğru ilerlemesi, zayıflamaya başlayan cemiyeti yıkılma sürecine sokmuştur. Yıkılma dönemine giren İngiliz Muhibleri Cemiyeti, 6 Ekim 1921 tarihinde yapılan son kongresinden itibaren, bir türlü eski günlerine dönememiştir.

 Cemiyet, Millî Mücadelenin kazanılmasından sonra da, İstiklal Mahkemeleri tarafından Türk İnkılâbının düşmanı ilan edilmiştir. Çeşitli şekillerde cezalandırılan yönetici ve bazı üyelerinin, TBMM Hükümeti tarafından yurt dışında yaşamaya mecbur edilmesiyle de, cemiyet sona ermiştir.

 ab) Manda ve Himaye Taraftarı Olmayan Zararlı Cemiyetler

 Yine millî irade aşkından yoksun bazı aydınlar vardı ki, devletin ve milletin kurtuluşunu, bir başka devletin manda ve himayesi altına girmekte görmemekle birlikte, düşünceleri ve takip ettikleri yol, kurtuluş için tek çare olan Millî Mücadele hareketiyle bağdaşmıyordu. Bu kişiler de, kendi düşünceleri istikametinde bazı cemiyetler kurmuşlardı.

 Şimdi en önemlileri Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası ve Teali İslam Cemiyeti  olan bu cemiyetleri ele almaya çalışalım.

 aba) Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası

 Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası; 14 Ocak 1919 tarihinde İstanbul’da kurulmuştur. Sulh ve Selamet Cemiyeti ile Selamet-i Osmaniye Fırkasının birleşmesi sonucu bu adı almıştır.

 Fırkanın amacı; programında da ifade edildiği gibi, Padişahın etrafında toplanılmasını sağlamak suretiyle birlik oluşturmaktır. Devletin içinde bulunduğu zor durumdan ancak bu şekilde kurtulabileceğini düşünmektedir. Bu sebeple, Anadolu’da yürütülen Millî Mücadelenin karşısında yer almıştır.

 Fırkanın, meşrutiyet ve demokrasi ilkelerine dayanarak başladığı siyasî hayatında, çalışmalarının itici gücünü İttihat ve Terakki düşmanlığı oluşturmuştur. Dolayısıyla faaliyetlerini, İttihatçılara düşman olan Hürriyet ve İtilaf Fırkasıyla işbirliği içerisinde sürdürmüştür. Bu çerçevede, zaman zaman iki fırkanın Millî Mücadele aleyhindeki faaliyetleri de paralel gerçekleşmiştir.

 Fırka zaman içerisinde, parlamento içinde kurulmuş bir siyasî parti olmadığı ve 1919 seçimlerinde siyasî tabanı çöktüğü için, İstanbul’un işgali ve Meclis-i Mebusanın feshi üzerine terkedilmiş duruma düşmüştür.

  abb) Teali İslam Cemiyeti

 Teali İslam Cemiyeti; İskilipli Hoca Atıf Efendi tarafından, 19 Şubat 1919 tarihinde İstanbul’da kurulmuştur. Önceleri Cemiyet-i Müderrisin adıyla kurulan cemiyet daha sonra bu adı almıştır.

 Cemiyetin amacı; nizamnamesinde de ifade edildiği gibi, hilafetçi bir anlayışla bütün Müslümanlar arasında birlik ve kardeşliği sağlayarak, Halifenin etrafında toplanılmasını temin etmektir. Bu sebeple, Osmanlı Devleti’nin dinî esaslara bağlı kalınarak kurtarılabileceğini savunmuş, dolayısıyla, Saltanat ve Hilafetin güçlendirilmesi gerektiğini iddia etmiştir.

 Cemiyet kendisini, din ve devlet ayrılığına taraftar olmayan, ilmî, ahlakî ve sosyal yollarla siyasî hayata yön vermek gayesinde olan ve fırkalar üstü bir konumda bulunan teşekkül olarak görmüştür. 

 Cemiyet, Hürriyet ve İtilaf Fırkasının paralelinde, ona bağlı bir yan kuruluş gibi çalışmıştır. Siyasî hayattaki bu yerinin doğal sonucu olarak da, İttihatçı ve Müdafaa-i Hukukçuların düşmanı olmuşlardır. Özellikle İttihatçılara düşman gözüyle bakan cemiyet, Kuva-yı Milliye taraftarlarını da onların devamı olarak görmüştür.

 Cemiyet mensupları, gerek, Kuva-yı Milliye taraftarlarına duyduğu düşmanlıktan, gerekse, Millî Mücadelenin, kendilerinin Saltanat ve Hilafeti güçlendirerek kurtuluşa ulaşmak düşüncesine uymaması nedeniyle, bu hareketin karşısında yer almıştır.

 İlmiye sınıfının önemli simalarını bünyesinde toplamış olan cemiyet, yeni medreseler ve okullar açmaktan, sağlık hizmetleri vermeye, camilerden vaazlar vermekten, halka öğüt verici konuşmalar yapmaya kadar değişik çalışmalar gerçekleştirmiştir.

 1920 yılından sonra pek faal görünmeyen cemiyetin, başkan ve bazı üyeleri 1925 yılında Ankara İstiklal Mahkemesince yargılanmışlar, başkan İskilipli Atıf Hoca idama mahkum edilmiş, böylece cemiyet de sona ermiştir. 

 b) Kürtler Tarafından Kurulan Zararlı Cemiyetler

 İngilizler, daha I. Dünya Savaşı yıllarında, Kürtlük ve Kürt istiklali fikrinin doğması konusunda çalışmalar yapmışlardır. Bu çerçevede, bölgeye, Lawrence ve Binbaşı Noel gibi ajanlarını göndererek, buradaki bazı aşiretleri bu fikir istikametinde harekete geçirmeye çalışmışlardır. Bölgedeki aşiretlerin büyük bir bölümü tarafından ilgi görmeyen bu faaliyetler, bazı aşiretlerce benimsenmiştir. İngilizler tarafından para,  silah ve cephane yardımı yapılan bu ayrılıkçı Kürt grupları, bölgede bir Kürdistan Devleti kurulabilecekleri hayaline kapılmışlardır.

 Bu hayali gerçekleştirmek için de, çeşitli çalışmalarının yanında, bu uğurda faaliyetlerde bulunacak, Kürt Teali Cemiyeti, Kürdistan Cemiyeti, Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti, Kürt Talebe Heyvi Cemiyeti, Kürt Kadınlar Teali Cemiyeti ve Kürt Millî Fırkası gibi çeşitli cemiyetler kurmuşlardır.

 Bu kuruluşlardan en faal ve önemli olanı Kürt Teali Cemiyetidir. Şimdi bu cemiyeti daha yakından tanımaya çalışalım.

ba) Kürt Teali Cemiyeti

 Kürt Teali Cemiyeti; 1918 yılında İstanbul’da, Osmanlı Ayan Meclisi üyesi Seyyid Abdülkadir tarafından kurulmuştur. Merkezi İstanbul olan bu cemiyet, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun Diyarbakır, Elazığ, Dersim gibi çeşitli yerlerinde şubeler açmıştır.

 Cemiyetin amacı; Wilson ilkelerinin Kürtlere de uygulanmasını sağlayarak, bu bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurmaktır.

 Bu noktada, Millî Mücadele hareketiyle ters düşen cemiyet, İngilizlerin de tesirinde kalarak, Kürtçülük propagandası yapmaya başlamış ve Jin ve Kürdistan adlı dergiler bu fikirlerini yaymaya çalışmıştır. Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve İngiliz Muhibleri cemiyetiyle kader birliği etmiş olan cemiyet, Millî hareket karşısında oluşturulan muhalefet grubunun en faal olanlarındandır.

 Hatta, Doğu Anadolu’nun Ermenilere verileceği söylentileri çıktığı vakit, Şark-i Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, kendisine işbirliği teklif ettiği zaman, bu işbirliğine yanaşmayarak, Ermenilerle beraber çalışmakta bir sakınca görmemiştir.

 22 Mart 1919’da barış konferansına Kürdistanla ilgili bir muhtıra veren cemiyetin delegesi Şerif Paşa, Osmanlı Devleti, yeni bir cerrahi ameliyeye maruz kalarak, kendisinden vatanım olan Kürdistanın ayrılmasını görmeğe mahkumdur demişti.

 Ancak, asırlarca Türklerle birlikte yaşamış, dili, dini, kültürü, yaşadığı coğrafyası bir olan Kürt halkı, olup bitenin farkına varmış ve büyük çoğunluğu, bu çeşit, ayrılıkçı cemiyetlere itibar etmemiştir. Dolayısıyla, Kürt Teali Cemiyeti de, Millî Mücadelenin zafere doğru ilerlemesine paralel olarak kaybolup gitmiştir.

 

 

BİBLİYOĞRAFYA

 Açıksöz Gazetesi, (21 Haziran 1920) tarihli sayısı.

 Akgün, Seçil; General Harbord’un Anadolu Gezisi ve (Ermeni Meselesine Dair) Raporu,  Tercüman Tarih Yayınları, İstanbul 1981.

 Arıkan, Zeki; Haydar Rüştü Öktem’in Mütareke ve İşgal Anıları, TTK Basımevi, Ankara 1991,

  • Atatürk; Nutuk, C.I, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1984.

  Ateş, Sami; Millî Hakimiyet Prensibinin Tarihi Gelişimi ve Türk İnkılâbındaki Yeri, Kemalist Atılım Birliği Yayınları, Ankara 1991.

 Aydın, Mesut; Millî Mücadele Döneminde TBMM Hükümeti Tarafından İstanbul’da Kurulan Gizli Gruplar ve Faaliyetleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1992

Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi, Dahiliye Nezareti, İdare-i Umûmiye Evrakı Tasnifi. 

Bayur, Yusuf Hikmet; Atatürk Hayatı ve Eseri I, Doğumundan Samsun’a Çıkışına Kadar, Güven Basımevi,  Ankara 1963.

Birinci, Ali; Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Dergah Yayınları, İstanbul 1990.

Bozkurt, Gülnihal; Alman Belgelerinde Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.IX, Sayı 25, TTK Basımevi, Ankara 1993. 

Dönmez, Cengiz; Millî Mücadeleye Karşı Bir Cemiyet İngiliz Muhibleri Cemiyeti, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1999.

Erol, Mine; Türkiye’de Amerikan Mandası Meselesi (1919-1920), Giresun 1972.

Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) Arşivi, İstiklal Harbi Koleksiyonu.

Jaeschke, Gotthard; Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Çeviren Cemal Köprülü, 2. Baskı, TTK Basımevi, Ankara 1991.

Kansu, M. Müfit; Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.I, 3. Baskı, TTK Basımevi, Ankara 1988.

Kasalak, Kadir; Millî Mücadelede Manda ve Himaye Meselesi, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1993.

Keskin, Mustafa; Hindistan Müslümanlarının Millî Mücadelede Türkiye’ye Yardımları, (1919–1923), Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 1991.

 Kinross, L; Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Sander Kitabevi, İstanbul 1966.

Konukçu, Enver; Ermenilerin Yeşilyayla’daki Soykırımı, Ankara 1990.

Kutay, Cemal; Etniki Eterya’dan Günümüze Ege’nin Türk Kalma Savaşı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1980.

Mumcu, Ahmet; Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İnkılâp ve Aka Basımevi, İstanbul 1981.

Osmanoğlu, Ayşe; Babam Sultan Abdülhamid, Selçuk Yayınları, Ankara 1986.

Öke, Mim Kemal; Musul ve Kürdistan Sorunu, Ankara 1992.

Özkaya, Yücel; Türk İstiklal Savaşı ve Cumhuriyet Tarihi, Ankara 1981.

Özsoy, Osman; Kurtuluş Savaşının Perde Arkası, İstanbul 1999.

Sekban, Şükrü M; Kürt Meselesi, Ankara 1979.

Sertoğlu, Mithat; Trabzon Bölgesinde Rum Pontus Cemiyeti Kurulması Faaliyetleri, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 11, İstanbul 1968.

Sevim, Ali; Genel Çizgileriyle Selçuklu Ermeni İlişkileri, TTK Basımevi, Ankara 1983.

 Sofuoğlu, Adnan; Fener Rum Patrikhanesi ve Siyasi Faaliyetleri, İstanbul 1996.

Sonyel, Salahi R.; Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, C.I, Ankara 1987.

Süslü Azmi; Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Van 1990.

__________ Mesud Fani’ye Göre Kürtler ve Sosyal Gelişimleri, Ankara 1993.

Şimşir, Bilal; Malta Sürgünleri, Milliyet Yayınları, İstanbul 1976.

Tansel, Selahattin; Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C.I, MEB Basımevi, Ankara 1991.

Tevetoğlu, Fethi; Millî Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, TTK Basımevi, Ankara 1991.

Tunaya, Tarık Zafer; Türkiye’de Siyasî Partiler 1859–1952, Doğan Kardeş Yayınları A.Ş. Basımevi, İstanbul 1952.

Turan Refik, Safran Mustafa, Yalçın Semih, Hayta Necdet, Şahin Muhammet, Çakmak M. Ali, Dönmez Cengiz; Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Siyasal Kitapevi, Ankara 2000.

Türk İstiklâl Harbi, C.II., Kısım I, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1994.

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C.I, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2000.

Uras, Esat; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1976.

YÖK Komisyon, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I / 1 (Türk İnkılabının Hazırlık Dönemi ve Türk İstiklal   Savaşı), Yükseköğretim Kurulu Yayınları, Ankara 1989.

Kaynak: http://w3.gazi.edu.tr

   
   
hosting: alemdarhost.com