Çanakkale Savaşları

Prof.Dr. Zerrin GÜNAL ÖDEN

Çanakkale Onsekiz Mart Ünv. Tarih Bölümü

Geride bıraktığımız yüzyılın başında bu topraklarda Türk ve Dünya Tarihi'nde ender görülen benzersiz bir savaş yaşandı.Çanakkale Savaşları hakkında burada konu edeceklerimiz savaşın sebepleri, askeri harekatlar olmayacak.. Bunlar aşağı yukarı hepimizin bildiği veya burada söz konusu edilemeyecek kadar spesifik konular. Üstelik tarih ilminin önünde henüz sıcak son noktası konulmamış bir araştırma konusu. Kişisel girişimler, özel hevesler, yerel teşebbüsler ile taze tutulmaya çalışılmış birkaç kutlama ile kültür ve tarih turizmine hizmet eden bir zaman kesiti.

Ama hepsinden gerçek ve önemlisi, bir milletin kutsal saydığı vatan toprağını savunmada gösterdiği benzersiz bir mücadele, tükenen bir devletin yerine yenisini kuracak yeni bir ruhun ve 20. YY.’ damgasını vuran bir liderin doğuşudur.

 

Troia Savaşı'ndan bu yana Çanakkale Boğazı çoğu ulusların iştahını kabartan stratejik bir hedef oldu. 14. Yy başlarında Osmanlılardan önce Çanakkale ve civarına hakim olan Karasi Beyliği kısa sürede sahip olduğu deniz gücü ile adalar denizi ve Çanakkale Boğazı'nı denetim altına almayı başarmıştı. Bu üstünlük avrupayı endişelendirmiş Haçlı ittifakını harekete geçirmişti. Antik Troas'ın yeni hakimleri olan Karasili Türk Beyleri birçok defa boğazı geçtiler, Gelibolu'da at koşturdular. Bölgeyi çok iyi tanıyorlardı. Osmanlılara öğrettiler ve Gelibolu'nun Rumeli'nin fethinde önemli rol oynadılar.

İlginçtir ki bu dönemde Bizans İmparatoru Kantakuzenos kaleme aldığı tarihinde çağdaşı Karesioğlu Süleyman Beyden Troia Satrapı (beyi) diye söz etmektedir. Kantakuzenos 1353 yılında hizmetleri karşılığında bir ödül olarak Çimpi kalesini yeni Troia beyi Orhan beye verdikten kısa bir süre sonra yaptığının büyük bir hata olduğunu fark ettiğinde artık çok geçti. Öte yandan Osmanlılar 1356'da Gelibolu'da ki ilk adımın, 500 yıllık sonu gelmez bir mücadeleye neden olacağını da bilemezlerdi. Ama şimdi bu süre zarfında Osmanlı siyasi tarihinin büyük bir kısmının Rumeli tarafında verilen mücadeleler, savaşlar, antlaşmalar toprak alıp kaybetmelerle dolu olduğu bilinen bir gerçektir.

Çanakkale Savaşları ile ilgili olarak İngiliz Resmi Tarihi, Çanakkale Boğazı ve Gelibolu'yu düşman elinde Akhilleus'un topuğu olarak betimler. Bilindiği gibi Homeros'un İlyada destanı, Troia olarak bilinen kentin öyküsüdür. Konusu Troia savaşı olmakla birlikte hem bu savaşın kısa bir dönemini kapsar, hem de esasen Troia'nın değil, yarı tanrı bir kahraman olan Akhilleus'un destanıdır. Mitolojiye göre bu yarı tanrı kahraman Akhilleus'un ölümcül yeri de topuğudur.

İngilizlerin bu mitolojik yorumuna göre Çanakkale Boğazı ve Gelibolu;  Ya İngiliz ve Müttefiklerinin elinde Osmanlı Devletinin ölümcül yeri olacak, Ya da Osmanlı Devleti ile Almanya'nın elinde Rus Çarlığı'nın sonunu hazırlayacaktı.

Bundan başka;

SAVAŞ GEMİLERİNDEN BİRİNİN ADININ AKHİLLEUS'UN HASMI AGEMEMNON OLMASI, ÖLÜLERİ TOPLAMAK İÇİN TROİA SAVAŞINDA OLDUĞU GİBİ ATEŞKES YAPILMASI RİVER CLYDE ÇIKARMASININ BİR ÇEŞİT TAHTA TROİA ATI STRATEJİSİNİ HATIRLATMASI Gibi birçok benzerlikler Çanakkale Savaşlarının mimarı olan İngilizlerin, o sırada umutlarını antik çağın bu destanına bağladıklarını ve adeta Troia savaşını 20 yüzyıla uyarladıklarını göstermektedir.  Tarihe ve I. Dünya Savaşının sonuçlarına bakıldığında, Akhilleus’un topuğu hakkında İngilizlerin ideolojik olduğu kadar romantikte olan bu yorumu bir yönüyle doğrulanmış görünse de mitolojik kahramanları 20 yüzyılın gerçeklerine taşımak pekte realist bir yaklaşım olmasa gerektir.  Zira 1353'ten itibaren Türklerin Gelibolu'ya yerleşmeye başlamaları tarihin en uzun ömürlü imparatorluklarından Bizans'ın sonunu hazırlamıştı. 1353 - 1453, yani yüzyıl sonra Bizans İmparatorluğu tarihe karışmıştır.

I. Dünya Savaşının Çanakkale Cephesi sonuçları ise iki devletin sonunu hazırlamışa benziyor; Osmanlı Devleti Rus Çarlığı. ANCAK BİZANS YIKILDIĞINDA YERİNE BAŞKA BİR BİZANS KURULMADI,OSMANLI YIKILDIĞINDA İSE YERİNE BU DEVLETİN İÇİNDEN YEPYENİ BİR TÜRK CUMHURİYETİ DOĞMUŞTUR.

Savaştan sonra İngilizler I. Dünya savaşına ait olaylar içinde Çanakkale Savaşlarını ordu mensupları, devlet adamları için çok önemli derslerle dolu olduğunu ifade ederler.  Savaşın başarısızlığını birtakım savaş esaslarının ihmal edilmiş olmasına bağlarken, seferin önüne geçilememiş başarısızlığını boğazın zorlu bir geçit olduğuna, o tarihe kadar bu konuda hiçbir başarının sağlanamamış olmasıyla örtüştürüp kendilerini haklı çıkarmaya çalışırlar.

İngilizlere göre savaşın kazancı, az bir zaiyat karşılığında Türk ordusunun gençliğini tüketmek, Süveyş kanalını kurtarmak ve Osmanlı Devleti'nin hezimetinin temelini atmak olmuştur.  Günümüzde bu konuya nasıl yaklaştıklarını internet sayfalarında açık olarak izleyebildiğimiz birkaç İngiliz web sayfasında Gelibolu savaşları, 1916 Ocak ayında son bulmuyor, sonuç 1918'de boğazdan ingiliz ve Fransız gemilerinin geçişi ile bağlanıyor.

İngiltere ve Fransa Çanakkale seferinden çok şey ummuşlar ve bu uğurda bir düzine kadar zırhlıyı feda etmekten kaçınmayıp, 550.000 kişilik bir kara kuvvetini oldukça ağır emek ve masraflarla aylarca ufacık iki kıyıda tutmuş ve bu kuvvetin üçte birini kaybetmişlerdir. Bu sırada seferden en yüksek ve sorumlu İngiliz hükümeti, Çanakkale' nin zorlanmasıyla, dünya tarihinin değişeceğini, savaşın kısa sürede kazanılmasını sağlayacağını, Balkanların toptan kendi taraflarına geçeceğini, Rusya'yı yeniden canlandıracağını umut ediyordu.

Evet, Çanakkale'de çarpışan Türk ordusu, dünya tarihinde bir dönüm noktası yarattı. Savaşın süresi uzadı. Öngörülenin aksine batı Avrupa ile Rusya'yı birbirinden uzaklaştırdı, hatta Amerika'yı Rusya'ya karşı batı Avrupa ile ilgilenmek zorunda bıraktı. İngiliz dominyonları Yeni Zelanda ve Avustralya 'nın ulusal benliğinin oluşumuna hız kattı. Ve hepsinden önemlisi Mustafa Kemal Atatürk'ün de Çanakkale'de takdir ettiği Türk askerinin o yüksek ruhu, yeni bir Türk devletinin doğuşunu hazırladı.

Bütün bunlara rağmen, başta İngilizler olmak üzere müttefiklerin, bu savaşlardan yenilgi olarak söz etmekten daima kaçındıklarını görüyoruz. Çanakkale savaşları sırasında bile asla Türkler tarafından yenilgiye uğratılmış görünmek istemeyen İngilizler, yenilginin Mısır ve Hindistan'daki prestijlerini sarsacağından ve bu suretle buralarda doğabilecek tehlikelerden daima korktular. Mademki, Çanakkale'de Türk savunmasını çökerterek, büyük sonuçlar elde edeceklerini inandılar, üstelik de bir sonuç elde edemediler, neden savaştan önce Osmanlı devleti, İngiltere’ye ittifak teklif ettiği halde, kabul etmeyip Almanya'nın kucağına ittiler? Sebep gayet açıktır. Osmanlı Devletini yıkmak, İstanbul'u ele geçirmek, böylece Anadolu ve Ortadoğu’nun zenginliklerine kavuşmak. Kaldı ki Rus Çarlığı onların Çanakkale seferi fikrine son derece şüpheci yaklaşmış, başarıyı pek mümkün görmemiştir.

Osmanlı Devleti için savaş, Çanakkale cephesinde bitmiyordu. İlk kez bu kadar çok cepheli bir savaş içindeydi. Savaşın gidişatına bakıldığında İngiliz planının aksine, savaşın süresi uzamıştı. İtilaf devletlerinin Çanakkale yenilgisi savaşın seyrini değiştirmişti, ama, sonuç değişmedi. Onlar, savaş yoluyla geçemedikleri boğazı Mondros Ateşkesi'nin ardından rahatça ve kibirle geçtiler. Çok geçmeden 1919 yılında Gelibolu'ya gelerek belki bir vicdan muhasebesiyle, kısa süre içinde birçok mezar ve anıt inşa ettiler. Bu sırada bu topraklarının asıl sahipleri 1919'dan 1922 Ağustosuna kadar uzanan Kurtuluş mücadelesine girişiyordu. Bu nedenle, savaş meydanlarında, siperlerde, cephelerde toprağa düşen şehitlerin anısı üzerinde düşünemeyecek kadar zorlu bir var olma, yeniden doğuş mücadelesi içindeydiler.

Ama Çanakkale asla unutulmamıştı, Atatürk'ün önderliğinde Türk ordusu, Dumlupınar zaferi ile onlara ikinci bir Gelibolu tokadı vuruyor, unutmaya çalıştıkları yenilgiyi hatırlatıyordu.

1935 yılında Anafartalar ve Conkbayırını gezen Afet İnan, mütevazı Mehmetçik abidesi karşısında yükselen yabancı abidelere hayranlıkla baktığını ve Atatürk'e niçin büyük bir abide yapmadıklarını sormuştu. Atatürk'ün cevabı şu oldu. " Evet doğru, biz de Mehmetçiğimizi anmak için büyük, çok büyük abideler yapmalıyız, fakat bu bir zaman ve imkan meselesidir.  Ancak, bu toprakların Türk hudutları içinde kalmasıyla Mehmetcik en büyük abideyi bizat kurmuştur."

Dünyada bir savaş alanının tarih, arkeoloji ve hatta mitoloji ile örtüştüğü başka bir yer yok gibidir. Yıllar sonra Gelibolu'da antik Elaious kenti üzerine Çanakkale Şehitleri Anıtı yapıldı. İlginç bir tesadüftür ki, Elaious halkı tarafından ziyaret edilerek saygı gören Akalı kahraman Protesilaos'un anıt mezarı da burada bulunuyordu. Seddülbahir'deki Elaious kenti Türk topçu ateşi sonucu ortaya çıkmış, Fransızlar Elaious buluntularını derhal kendi ülkelerine Louvre müzesi koleksiyonlarına taşımışlardı. Fakat mekan yine anıt mezar özelliğini sürdürmeye devam ediyor. Yarımadada, 1970'lerden sonra ve son 10 yılda birkaç anıt ve mezarlıklar inşa edilmiştir.

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşmasının mezarlıklar ile ilgili kısmı (124-136.maddeler) 12 madde halinde düzenlenmiştir. 128.maddeye göre, "Türkiye Hükümeti, Britanya İmparatorluğu, Fransa ve İtalya hükümetlerine karşı kendi toprakları üzerinde onların savaş alanında ya da yaralama, kaza ya da hastalık sonucu ölmüş olan kara ve deniz askerleri ile tutsak iken ölen savaş tutsakları ve sivil tutukluların mezarları, mezarlıkları, toplu ceset çukurları ve adlarına dikilmiş anıtlarının üzerinde bulunduğu arsaları o devletlere ayrı ayrı ve süresiz olarak bırakmayı yükümlenir. Bundan başka, söz konusu yerlere serbestçe girilmesi ve gerekiyorsa cadde ve yol yapılmasına izin vermeği yükümlenir. Bu arsalar, amacı dışında başka hiçbir amaç için kullanılmayacak, söz konusu arsaların deniz kıyısı üzerinde kişi ve mal indirip, bindirmeğe yaralı hiçbir rıhtım, mendirek ya da iskele yapılmayacaktır. "

Lozan'a kadar geçen süre zarfında 1919'dan 1923'e kadar Arıburnu-Conkbayırı (Anzak) alanında 4300 mezar içeren 29 mezarlığın, Seddülbahir (Helles) alanında 5900 mezar içeren 7 mezarlığın, Suvla'da 4300 mezar içeren 4 mezarlığın ve Yarbay Doughty Wylie'ye ait ayrı bir mezarın, Cape Helles ve Conkbayırı anıtlarının yapımı tamamlanmış, ziyarete açılmıştı bile. Fransız Mezarlığı Lozan'dan sonra 1926'da tamamlandı.

Mondros Ateşkesi'nin hemen ardından koşarak Gelibolu'ya gelen müttefikler, ilk anda artık sahip oldukları bu topraklarda kendi vicdani sorumluluklarını yerine getirmek için savaş alanlarına telaş içinde mezarlıklar yapıp anıtlar diktiler ve mezarların üzerine "vatanları için öldüler "cümlesini kazıdılar. , Ama Mudanya ateşkesi ile bir daha geri gelmeyecek şekilde bu toprakları terk ettiklerinde, Lozan antlaşmasına mezarlıklar ile ilgili hükümleri koyarken savaştıkları alanların arsalarını üzerlerine almayı başardıklarında, orada kaybettikleri insanlar için bir vicdan muhasebesi içinde olduklarını pek sanmıyoruz. Biz bu arsaların bedelinin Çanakkale'de ödendiğini biliyoruz, onlar da biliyorlar.

Geçtiğimiz yıllarda tesadüfen bulunan ve 1916 yılında savaşın hemen ardından Tuğgeneral Şevki Paşa emrindeki bir ekibin hazırladığı 43 pafta ve ayrı bir lejant paftasından oluşan harita, bir savaş alanının savaş sonrasındaki durumunu belgeleyen türünün dünyadaki tek örneğidir. Bir bakıma, savaş alanları arkeolojisi olarak tanımlanabilecek bir disiplinin temel belgesi, bu alanda araştırma yapmak isteyecekler için eşsiz bir referanstır. 1992 yılında ortaya çıkan bu haritayı 1919 yılında Avustralya Tarih misyonu, müttefik savaş mezarlarını tespit etmek amacıyla kullanmıştı ve Türkiye unutulan bu haritanın eksik lejant paftasını Avustralya’dan temin etmek durumunda kalmıştır.

Atatürk, yurt toprağının kutlu olduğuna işaret ederken, "Türk toprağı! Sen, seni seven Türk milletinin mezarı değilsin. Türk milleti için yaratıcılığını göster" demiştir. Şimdi bugün sayısız anıtlar yapılabilir, birçok projeler üretilebilir. Fakat 86 yıl önce bu topraklara gömdüklerimizin, asker, aydın ama gencecik evlatlarımızın ruhlarını şad edecek olan, bu toprakların hayatiyet unsurlarının, cumhuriyetin temel niteliklerinin canlı, aktif tutulmasıdır. Atatürk'ün sınırlandırdığı bu vatan toprakları kutsaldır. Onun üzerinde dost elleri sıkılır, fakat düşman ayaklarını bastırmamağa azimli olduğumuzu artık bütün dünya bilmektedir.

Bilindiği gibi Genel Kurmay Başkanlığı'nın verdiği rakamlara göre Çanakkale Savaşları'nda görev başında savaşırken ölen toplam şehit sayımız 57.084'dür. Çanakkale'de Osmanlı ülkesinin her tarafından gelen askerlerin çarpıştığını görüyoruz. En çok şehit veren iller ise 3274 kişi ile Bursa, 3003 kişi ile Balıkesir, 2683 kişiyle Konya, gelmektedir. Bunu 2527 kişi ile Kastamonu, 2258 kişiyle Denizli, 1926 kişiyle Ankara, 1908 kişiyle İstanbul ve 1876 kişiyle Çanakkale izlemektedir. Çanakkale bu listede sekizinci sırada yer almaktadır. Ama Çanakkale Zaferi her nedense sadece Çanakkale ili halkının ve Anzacların katılımlarıyla kutlanıyor. Yukarıda verilen illere göre şehit sıralamalarında 1. Sırada yer alan Bursa'da, 2. Sırada yer alan Balıkesir'de 3. Sırada yer alan Konya'da ve Çanakkale hariç diğer illerde ne yapılıyor.

Duyarlılıklarını, ilk kez ülkelerinden çok uzakta nedenini çok fazla bilmedikleri bir şeyler adına savaştıkları bu yerleri ziyarete gelen Anzakları samimiyetle dostlukla karşılıyoruz. Ama, onların Lozan'la satın aldıkları arsaları üzerinde Anzak günü kutlamalarına gıpta ile bakmaya başlıyoruz. Bu kimin zaferidir? İngiliz ve Fransızların artık bu konuyla fazla ilgilenmediklerini izliyoruz. Müttefik kuvvetler içinde yer alan İrlandalılar, İskoçlar, Galliler, Maltalılar, Yunanlılar, Mısırlılar, SriLankalılar, Pakistanlılar, Hintliler, Kanadalılar, Tunuslular, Ganbiyalılar ve Senegalliler için artık unutulmuş görünüyor. Peki, biz neler yapıyoruz. Bir iki özel teşebbüs, birkaç kişisel girişim... Dünyaya açılan sayfalarımız birkaç taneden öte değil. Çanakkale savaşları anısına düzenlenen yarışmalara olan ilgisizliğe şaşırıyoruz. Literatüre baktığımızda, belli başlıcası Genelkurmay yayını.. Yakınçağ tarihi ile uğraşan akademisyenlerimizin çalışmaları ise oldukça sınırlı...

Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşuna hız katması, bize eşsiz bir lideri sunması açısından, I.Dünya savaşına, Çanakkale ruhuna belki çok şey borçluyuz. Büyük savaşlar, tarihte her zaman büyük sonuçlar doğurmuştur. Ancak bunca yıl sonra bizler, bu savaşın Türkler açısından sonuçlarını kabullenemeyenlerin, akılları, gönülleri 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşmasına takılı kalanların önümüzde sergiledikleri oyunları görmezden gelemeyiz.

Bizim evlatlarımız vatanı için savaştılar, canlarını verdiler. Bize bıraktıkları bu toprakların kıymeti büyük. Ancak, bu ülkenin bir zafer sarhoşluğu yaşama lüksü yok. Başımızı kuma gömemeyiz, tarihin yazdıklarına sırtımızı çeviremeyiz. Çünkü tarihimiz bu topraklar üzerine oynanan oyunlar ile dolu. Dün olduğu gibi bugün de ve gelecekte de İngilizlerin görkemli filosunun Boğaz muharebelerinde düştüğü aczi unutup, yeni bir Çanakkale rüyasının peşinden koşacak olanlar da çıkabilir. Şüphesiz o zaman karşılarında Türkiye Cumhuriyeti'nin üstün niteliklerle donatılmış silahlı kuvvetlerini bulacaklardır. Bizler, çok savaş görmüş bir milletin mensubu olarak barışın değerini biliyoruz. Ama, barışı Atatürk'ün işaret ettiği gibi sadece askerî zaferlerin bir sonucu olarak değil, ekonomik zaferlerin de sonucu olarak yaşamak istiyoruz. Günümüz koşullarında dış tehditlere, baskılara uğramadan tam bağımsız yaşamanın birincil koşulu bu. Teşekkür ederim.

Tarih::[ 01.01.2008 ]

Kaynak: Çanakkale Müzesi  İnternet sitesi..

   

Arama  

   
   
hosting: alemdarhost.com